MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -42-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -42-
Tarih sahifeleri içinde yaşanılınca uykusuz geçen geceler önemsiz

esat-atalay-001.jpg

Öğlenden sonra saat ikide, öğle yemeğini silâh altına çağrılan her yaşta binlerce insana rastladığımız bir handa yedik. Bunlar, techiz edilmek (donatılmak) ve sonra cepheye sevk olunmak üzere Ankara’ya gidiyor.

Bunlar, büyük cihan Harbi’ne iştirak etmiş kıdemli askerlerdi. Sabır ve metanetle hiç mırıldanmadan günlerce yürüyerek yol alan bu insanlar hürmetle selâmlanıyor.

Biraz daha ileride, oldukça büyük ve küçük yaştaki delikanlılardan teşekkül eden bir kafileye tesadüf ettik. “Nereye gidiyorlar?” yolundaki sualime verilen cevap, “Cepheye” oldu. “Bu yaşlarda mı? Orada ne yapacaklar?” dedim. Aldığım cevap şu: “Hizmet etmeye çalışacaklar, müdafi askerlerimize ellerinden geldiği kadar yardım edecekler, araba kullanacaklar, faydalı olacaklar.”

Erkek, kadın hatta ihtiyarlar ve çocuklar, hepsi vazifelerini ifa ediyor. On saatlik yolculuktan sonra buraya vâsıl olduk (vardık). İndiğimiz küçük otel oturulacak gibi değil. Fakat bu geceyi uykusuz geçirmekliğimizin sebebi bu değil, bütün gün görmüş olduklarımızı hatırlamaklığımız dolayısıyla kalplerimizin heyecandan hızla çarpması idi.

Burdur, 17 Mayıs

Fındıklı’dan sabah saat yedide ayrıldık. Fevkalâde iyi ekilmiş tarlalar arasından geçtik. Böylece devam eden on dört saat süren yolculuğumuzda cephede düşman ateşi karşısındaki arkadaşlarına mülâki olmak (katılmak) üzere yola çıkan binlerce askerden başka bir şeye tesadüf etmedik. Milletin davetine icabet eden ihtiyat askerleri arasındaki bir müfrezenin başında bulunan dev cüsseli biri, harp şarkıları söyleyerek ilerliyor, arkasındakiler de bunları bir ağızdan tekrar ediyordu. Dev cüsseli, birdenbire önümüzde durdu ve telâşla sordu: “Cepheden mi geliyorsunuz?” Ona “Evet” deyince seslendi: “Öyleyse düşmanın kaçtığı doğru mu?”

Hemen şöyle cevap verildi: “İnşallah.”

Bunun üzerine, arkadaşlarına dönerek: “Haydi, çabuk arkadaşlar, koşalım da kardeşlerimizin kazandıkları şereften payımızı almak için vaktinde yetişelim” dedi ve arkasındaki müfrezeyi sürükleyerek tarlaların içinde delice koşmaya başladı. Bu şayan-ı hayret koşuşmayı görünce, insan, cephenin burada, hemen iki adım ileride olduğunu zannediyor.

Hepimiz hadisata (olaylara) yüz çevirmeksizin bakmasını bilen, görmüş geçirmiş kimseler olmaklığımıza rağmen, gözlerimizin önünde cereyan eden bu ulvî manzara karşısında nefesimiz kesildi. Bu gibi azametli sahneler ancak, şarkta görülebilir. Burdur’a vâsıl olmadan önce iki saat müddetle ihtiva ettiği zehirli tuzlar dolayısıyla şöhret bulan büyük bir gölün kenarından geçtik.

Ancak, güller şehrinin girişi pek nefis; yolumuz, tasavvur harici genişlikteki gül bahçelerinden geçiyordu. Burada birçok gülyağı imalâthanesi var. Bu iş çok inkişaf etmiş. Çok zeki ve fevkalâde becerikli olan belediye reisi bizi bekliyordu. Bizi küçük eve götürdü. Burada, istirahatımızın temini için, her şey mevcut olmasına rağmen, yine gözlerimize uyku girmedi. Dimağî yorgunluk mu? Fartı (aşırı) heyecan mı? Endişe mi? Belki hepsi birden. Fakat, tarih sahifeleri içinde yaşanılınca uykusuz geçen gecelerin ne ehemmiyeti olabilir. Ertesi sabah gülyağı imalâthaneleri ile halı tezgâhlarını ziyaret ettik. Buralardan halılar aldım. Renkler ne kadar güzel ve nakışlar ne kadar iyi intihap edilmiş (seçilmiş)! Esasen her evde, kadınların, her biri hakikî birer tablo olarak dokudukları meşhur seccadelerin işlendiği iptidaî tezgâhlar bulunuyor.