MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -6-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -6-
Dünya yüzünde tek ve nüfuzlu bir şehir olan Ankara, asrî bir ziyaretgâh olmuştur

esat-atalay-001.jpg
Birkaç kelimelik izahat

“Anadolu’da istiklâl için sürdürülmekte olan mücadelenin elem verici kâbusunun gittikçe çetinleşip vehamet kesp ettiği ve bütün garp (batı) âlemini tesiri altında bırakmak suretiyle zihinlere ağır bastığı bir sırada, geçen ilkbaharda, Küçük Asya’dan almış olduğum mektup ve notları tasnif ettim ve şu küçük kitapta toplamak istedim. Beni en çok ilgilendirici bazı teferruatı bunlar arasından derledim. Meçhul kalan ve nüfuz edilmesi mümkün olmayan şarktaki (doğudaki) bu harimimizin (kutsal yerimizin) hiç neşredilmemiş bulunan bu klişelerini umumî arz etmekle, bütün bir âleme elem verici heyecanının titreştiği mukaddes bir ilticagâh (sığınma yeri) olan bu uzak ve ebedî şehrin üstündeki esrar perdesini, biraz olsun, kaldırmış olduğumu zannetmekteyim.

Dünya yüzünde tek ve nüfuzlu bir şehir olan Ankara, sarsılmaz kahramanlığı sayesinde, bütün Müslüman milletlerin gayretlerini, onun ümit mihrakının alevinde ısıttıkları asrî bir ziyaretgâh olmuştur. Onun harikulâde ve hüzünlü güzelliğinin hayalini burada anlatmak, benim için şayet bir zevk ise, ben bu işi onun için titreşen ve çarpan, onu hiç görmedikleri hâlde onun sihirli kudretine inanan ve onun heyecanlı davetine hazır olan kalpler için sağladım. Ben, onların uzakta kalan, fakat hamiyetli olan muhabbetlerine inanmaktayım; çünkü onların bugünkü hislerinin şiddetinden yarının parlak şafağının doğacağından eminim ve şimdiki sıkıntı ve merarete (acısına) rağmen, bunu sarsılmaz bir itimatla beklemekteyiz. K.H.”

 

* * * 

Birinci Mektup

Samsun, 16 Nisan 1921

Cortina, Temmuz 1921

 “Audace” torpido muhribi, Türk Heyeti Murahhasası ile birlikte, 10 Nisan öğleden sonra saat dört buçukta Brindisi’den ayrılıyordu. Hava çok güzeldi! Gemi, bembeyaz büyük bir deniz kuşu gibi, hafif martı kanatlarına benzeyen kanatlarında, birlik ve beraberlik içinde çarpan ve en son fedakârlığa da razı olan bu mağrur pehlivanların kalplerini, uzaklara, imanı uğrunda eza (sıkıntı) çeken topraklara doğru götürüyordu. Torpido muhribinin daracık güvertesinde sıralanmış olan bu kıymetli zevat, şimdi, ellerini bir defa daha sıkmaya gelen nadir dostlarını selâmlıyorlardı. Meçhul bir akıbete yol almak üzere olan bu gemi karşısında, uğurlamaya gelenler heyecan duymakla beraber, beyaz mendillerini sallayarak gülümsüyorlardı. Bir resmiyet havası taşıyan bu anı, esrarlı bir sükût kaplıyordu. İstikbal (gelecek) hakkında bu kadar emin olarak yola çıkan bu cesur elçiler, murahhaslar (delegeler) nereye gidiyorlardı? Yolculuklarının sonunda, muvaffakıyete kavuşabilecekler miydi? Rıhtımda kalacak beyaz harp gemisinin limandan çıkışını gözleri ile takip eden hakikî dostlar için bu, nüfuz edilemez bir meseleydi. Tam yolla giden “Audace”(atılgan, cesur, yürekli, gözüpek anlamlarına gelen Fransızca bir kelime. KEA) gemisi, kısa bir zaman sonra coşacak olan suları yarıyordu. Gemi sanki durup dinlenmeden dövüşen, yenilmek bilmez kahramanlara teselli verici sözler götüren, bu bir avuç yiğit ruhu taşımak gibi büyük mesuliyetini müdrikmişçesine, dalgalarla cesurane mücadele ediyordu. Taşıdığı adıyla mukadderatı (yazgısı) sanki önceden tayin edilmiş olan bu martı, durup dinlenmeksizin uçuyor, uçuyordu. Kısa bir müddet sonra Çanakkale Boğazı’nın girişi ile beşeriyetin (insanlığın) en korkunç ve dev-âsa (dev gibi) muharebelerinden birinin cereyan etmiş olduğu bu ince kara şeridi boyunca uzanan batmış gemilerin acıklı grubu göründü...