MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -7-

MUKADDES ANKARA’DAN MEKTUPLAR -7-
Karadeniz’in girişindeki köyleri yakan Rumlar bütün sahili de aleve vermişlerdi

esat-atalay-001.jpg
İnsan kalbi, mazideki bu mücadelelerin amansız teferruatını dinlerken burkulur ve hafızalarda silinmeden kalacak olan bu sahillerin derinliklerine ebediyen gömülen kahraman kardeşlerin akıl almaz istatistiği önünde durur gibi olur. Çekilen bunca ıstırabın fanî hatırası, milletinin mukadderatını tayin edecek bir saatte büyük bir üstünlük gösterecek mukaddes (kutsal) birlikleri ile savaşa katılan ve böylece vaziyete hâkim olan insanın kudretli simesanı (izi) daha vazıh (açık) bir şekilde meydana çıkarıyordu.

Muharebenin, genç kumandanının zaferi ile neticelenen bu dasitanî (destansı) safhası lâyıkı ile bilinmekte olduğundan burada tekrarına lüzum görülmedi:

Mustafa Kemal artık tarihe mal olduğu gibi onun yarattığı eser de millî destanın en şanlı sahifelerinden birini teşkil etmektedir.

Heyet-i Murahhasa (Delegeler) İstanbul’da unutulmaz bir şekilde karşılandı.

Bütün şehir bayram ediyor ve halk, İtilâf devletleri donanmasının mevcudiyetine rağmen coşkunluğunu gizleyemeyerek sevincini izhar (göstermek) için her vasıtaya başvuruyordu.

Coşmuş olan halk, inanılmaz derecede cesur ve zeki olan ve Londra Konferansı sırasında Avrupalılarca lâyıkı veçhile takdir edilen Heyet-i Murahhasa Reisi Bekir Sami Beyi hararetle alkışlıyordu.

Ne gariptir ki, bu idam mahkûmu, hayatının en heyecanlı ve en parlak saatlerini şimdi idam hükmünün verildiği aynı şehirde yaşıyordu! İnsan hayatı cilvelerle dolu değil mi?

Her türlü sevgi tezahüratı (gösterisi) içinde geçen parlak bir geceden sonra, ertesi gün “Audace” Boğaziçi’nin harikalı iki sahili boyunca kendini takip eden sayısız kayık, sandal, motorbot ve küçük vapurların refakatinde, öğleden sonra saat dört buçukta yoluna devam ediyordu.

Boğazın Rumeli sahilinde olduğu kadar Anadolu sahilinde de halkın coşkunluğu son haddini bulmuştu. Edilen duaların ve sevinç haykırışlarının sesi göklere yükseliyor, mendiller sallanıyor, her taraftan alkışlar çınlıyordu. Ancak, biraz sonra, bu bayram havası sona erdi ve karanlığın basması ile de bu sihirli hava tamamıyla nihayet buldu. Çünkü, Karadeniz’in girişinde feci tahrip sahneleri başlıyordu. Rumlar, birçok köy topluluklarını yakmış oldukları gibi bütün sahil de alevler içinde idi.

Kesif dumanların üstünden iri alev sütunları yükseliyor ve bütün sahil boyunca, on seneden beri mücadele edenlerin zavallı kulübecikleri, beşerî adalet hakkındaki hayalleri ile birlikte yıkılıp gidiyordu. Bu unutulmaz derecede korkunç temaşa (görüntü) bütün gece devam etti.

Kar, kalın bir halı gibi yerleri kapladığından ve nakil vasıtası temini de güç olduğundan şirin ve küçük İnebolu limanında karaya çıkamadık; “Audace” da daha ilerideki Samsun’da demirledi.

 Yine burada da her sınıftan halk, Heyet-i Murahhasa’yı istikbal (karşılamak) için bekleşiyordu. Bu Anadolu halkı daha heyecanlı, huşu içinde ve dindar görünüyordu. Bunlar, haklarında Avrupa’nın verdiği kararı öğrenmek için gelmişlerdi. Bu topluluk “Kelime-i Tevhit”i okuyarak murahhaslara yaklaşıyor, muazzam bir insan okyanusunun dalgalanması gibi, ilerledikçe etrafta “Lâ ilâhe illallâh, Muhammeden Resûlullah” mukaddes cümlesinden başka bir ses duyulmuyordu. Binlerce ağızdan çıkan bu iman kelimeleri, ateşin bir istirham name gibi etrafa yayılıyordu.

Murahhaslar, mukaddes topraklara ayak basar basmaz, Uşak ve Dumlupınar mıntıkalarındaki son Türk muvaffakıyetlerini ve aynı zamanda, Yunan ordularının, İnönü-Eskişehir muharebesinden sonra kaçarken ika ettikleri (yaptıkları) katliam ve cinayetleri öğrendiler.