Müslümanların masumiyetine saldırı

Provokasyon maksatlı çekildiği bizzat yapımcısı tarafından itiraf edilen film hedefine ulaştı. Amerika ve Avrupa’da şiddet eğilimli lehte ve aleyhte protestoların ardı arkası kesilmiyor. Libya’da öldürülen ABD Büyükelçisi’nden sonra Yemen’deki Amerikan Büyükelçiliği’ne ‘İslam’ adına saldırılar gerçekleştirildi. Afganistan’da yabancılara yönelik intihar saldırısında 12 kişi hayatını kaybetti. Pakistanlı bir bakan, hükümeti onaylamasa da, ‘Müslümanların Masumiyeti’ filminin yapımcısını öldürene 100 bin dolar para vereceğini ilan etti.
Senaryosu, kurgusu, oyunculuğu sanatsal ve görsel açıdan kalitesiz absürd bir film, derin bir kuyuya atılan taş misali çok ses çıkardı. Sultan II. Abdulhamid misali, Voltaire’in ve Henri de Bourneir Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (SAV) hakaret eden oyunlarının Fransa’da, ABD’de ve İngiltere’de sahnelenmesini diplomatik yollarla engelleyebilecek çapta bir yönetim bulunsa, Müslüman kitleler başıbozuk güruhlar halinde sağa sola savrulmazdı...
11 Eylül saldırılarının CIA tarafından yönlendiren küçük bir grup (El-Kaide) tarafından işlendiği anlaşıldığında, Müslümanlara kurulan tuzak bir yönüyle ters tepmiş ve Batı’da Kur’an-ı Kerim’e duyulan ilgi artmıştı. Şimdi doğrudan bütün ‘Müslümanların Masumiyeti’ne yönelik tahrikler planlanıyor. Hedefleri; Medeniyetler Savaşı tezi doğrultusunda Batı’nın sözde ifade özgürlüğüne inanmayan, suçlu ile masumu ayırt etmeden saldıran İslamcı ilkel kitlelerin varlığına dünya kamuoyunu ikna etmek. Böylece Afganistan ve Irak’ta işlenen katliamları meşrulaştıracaklar! Neyse ki, seçim telaşına düşen Obama, filmin ABD’ye karşı da hakaret içerdiğini açıklayarak devreye girdi ve tansiyonu kısmen düşürdü!
Puslu havalar, görünmeden avlanma heveslilerini de tahrik eder. Onbirinci yılına giren İkiz Kuleler saldırısının yıldönümünde, Kaddafi yanlılarının Bingazi’deki Amerikan Konsolosluğuna yaptığı saldırı, Arap Baharı’nı Batı’nın aleyhine döndürmeye çalışan Rusya-Çin ittifakının ABD’ye karşı taktik bir hamlesi de olabilir. Daha farklı bir açıdan bakıldığında, Müslüman ve Hıristiyan dünyaların her ikisinin de aleyhine komplo kurarak bundan nemalanmak ihtirasındaki uluslarüstü savaş lobilerinin başarısı da sayılabilir. Sonuçta insanlık ölürken birileri kesesini doldurmaktadır.
Her halükarda Müslümanların bundan ibret dersi çıkarması gerekir. Hırsızı suçlamakla yetinmek züğürt tesellisidir, almadığımız tedbirlerden sorumluyuz. Sahipsiz bağa destursuz giren çok olur. Meğer başsız, sahipsiz, hamisiz, vasisiz kitleleri tahrik etmek ne kadar da kolaymış...
Süper güçlerin kitleleri harekete geçirme ve panik haline düşürme ustalıkları gayet iyi biliniyor. Biz daha ilkini sindiremeden ikincisini yutturmaya çalışıyor. Her daim yeni bir komplo ile insanlığın tüm değerlerini, inançlarını, vicdanlarını yaralıyor. Öyle maharetliler ki; yüzyıllarca kederi, tasayı, kıvancı birlikte yaşamış, ortak tarihi bağlarla kenetlenmiş, aynı coğrafyanın havasını solumuş halkları dahi bir anda birbirlerine düşmanca bakmaya başlatabiliyor...
Gustave Le Bon, yüz yıl önce yazdığı “Kitleler Çağı” eserinde, dünyayı kitlelerin ruhunu yakından tanıyanların yönettiğini iddia eder. “Kitle, çobanından vazgeçmeyen bir sürüdür” diyen Le Bon’a göre, kitle önderleri de yarı aydın aksiyon adamlarıdır. Sokakları dolduran kitleler bilinçaltı ile hareket eder. Düşünceler ve duygular birbirine sirayet ederek kalabalığı yönlendirir. Telkin edilen düşüncelerin hemen uygulanmasını ister. Münakaşaya ve itiraza dayanma güçleri yoktur. Kolay kışkırtılırlar, muhakeme ve eleştiri yeteneklerini kaybederler, duygularında taşkınlık yaşarlar, çocuklar ve vahşiler gibi hareket ederler. Geleneklerine puta taparcasına saygı duyan kitleler hayatlarını değiştirecek her yenilikten, bilinçsizce nefret eder. Kendilerine telkin edilen fikir uğruna canlarını fedaya hazırdır.
Fransız asıllı sosyal psikoloji uzmanı Le Bon’un, ülkesinde yaşanan 1789 Devrimi’ndeki kitle psikolojisini çok iyi incelediği anlaşılıyor. Provokasyonun efendileri, panik tanrıları ve illüzyon (medya) patronları Le Bon’dan çok yararlandı! Maalesef biz ders çıkaramadık. Evet, kitleler hem Türkiye’de hem de dünya genelinde sahipsiz bırakıldı. Onlarla ilgilenmek isteyenler küçümsendi, aşağılandı, dışlandı, hatta cezalandırıldı. Türk dünyası ve İslam âlemi şimdi de başsız. Sürü olmayalım, okuyalım, araştıralım, çalışalım, kendimizi yetiştirelim, kurumlaşalım ve kurumlarımızı güçlendirelim diyenlerin ise sesini duyan yok...

Yazarın Diğer Yazıları