MUSTAFA KEMAL’E DÜELLO TEKLİFİ -1-

MUSTAFA KEMAL’E DÜELLO TEKLİFİ -1-
ABD’nin istenmeyen adam ilan ettiği ilk Türk büyükelçisi

esat-atalay-001.jpg
Bu yazı dizimizde Millî Mücadelede Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer alan Alfred Rüstem Bey (Alfred de Bilinski) adlı Polonya asıllı bir Türk milliyetçisinden bahsedeceğiz. Bu kişinin birinci özelliği; 1914’te Osmanlı İmparatorluğu’nun Washington büyükelçiliği sırasında Amerikan Kongresi’ne gelen Ermeni meselesiyle mücadele eden ilk diplomatımız ve ABD’nin Filipinler’deki katliamlarını ve o tarihlerde zencilere karşı yapılanları çok sert bir şekilde eleştirmesi ve bunun neticesinde Başkan Woodrow Wilson tarafından ABD’de ’istenmeyen adam’ilan edilmesidir. İkinci özelliği de yazımızın konusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ü düelloya davet etmesidir. Evet yanlış okumadınız Alfred Rüstem Bey, Mustafa Kemal Paşa’yı Mazhar Müfit Kansu’nun aracılığıyla düelloya davet etmiştir. Şimdi bu olayı Mazhar Müfit Kansu’nun Türk Tarih Kurumu Yayınları’ndan çıkan “Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber” adlı anı kitabından aktaralım:
Mebusların Ankara görüşmesi ve kararları hilafında İstanbul’da başka nam altında grup teşkil etmeleri ve daha sonra riyaset meselesinde de sözlerinde durmamaları ve bir taraftan da kabinenin yeni yeni kumandanlar tayinine ve mücahedei milliyeye vakfı vücut etmiş Ali Fuat Paşa vesaire gibi ku-mandanları tebdile kalkışması ile uğraşılmakta iken bir de geçinmek, para meselesi yine bizi sıkmaya başladı.
Ekmekçiye bile verecek paramız kalmamıştı. Mustafa Kemal Paşa ile bu ciheti görüşürken bulduğum çareleri eskisi gibi kabul etmedi ve yarı geceye kadar hep düşündük ise de para tedariki hususunda bir karar ve neticeye vâsıl olamadık.
Çünkü bankalardan ve müessesattan ödünç bile olsa para almayı Paşa’ya bir türlü kabul ettiremedim. Ne yapacaktık? Benim bir kürküm vardı, Erzurumlu Nafiz Bey’e müracaatla sattırılmasını rica ettim. Nafiz Bey: “Kânunusani içindeyiz, ne giyeceksin?” diye satmamakta ısrar ettiyse de bu ısrar, ne olursa olsun kulağıma giremezdi. Aç mı kalacaktık? Nihayet onu da sattık. Kimsede satılacak bir şey kalmadı. Paşa ile bu hususta bir çare bulamayarak: “Hele bakalım sabah olsun, yine düşünürüz” sözü ile odalarımıza çekildik. Ankara’ya geldiğimiz zaman hemen bir hafta kadar bizi Belediye iaşe etti. Fakat bu aylarca devam edemezdi. Velhasıl çaresizlik içinde, veyahut para bulmak kabil iken Pasa’nın, bu bulunan çarelere bir türlü muvafakat etmemesi yüzünden muzdarip bir halde idik. Sabah oldu. Gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.
İçeriye giren zat Müftü efendinin geldiğini söyledi. Eyvah, şimdi Müftü efendiye kahve ısmarlamak lâzım, kahve var amma şeker yok, benim iki parça şekerim var, onu da masanın gözünde saklamışım, ya şekerli kahve isterse... Ya sigara da vermek lâzım gelirse... Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendi tedarik edecek, emri verilmişti. Ne ile tedarik edecekti, kimde para vardı ki?.
- Paşa’ya haber veriniz, dedim.
- Paşa size gönderdi, Paşa ile görüştüler.
- Peki, buyursunlar.
Müftü efendi (Diyanet İşleri Reisi iken vefat eden muhterem Rifat Efendi) odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
- Müftü efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?
- Evet, içmem.
- Sigara?
- Onu da kullanmam.