Nasıl bir medeniyet tasavvuru?

Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehdit ve tehlikeler karşısında yüzünü nereye dönmesi gerektiği hususunda sürdürülen tartışmaların bazı sorunlu yanları bulunuyor.

BİRİNCİSİ tartışmanın avantaj ya da fırsatlar bahsinden uzaklaşarak sıkıştırılmış olmasıdır. Zira bölgesellik ve iş birliği alanlarından yola çıkarak Batı-Doğu, NATO-Şanghay, Gümrük Birliği-Avrasya Birliği-Türk Birliği gibi bir takım kutuplaştırma eğilimleri ideoloji zemininde biçimlenmektedir. Oysa her birinin kültür-medeniyet karmasının içtimai, iktisadi ve tarihsel unsurlarıyla ilişkilendirilmesi vazgeçilmezdir. Bu kapsamda meseleyi daha sistematik olarak irdelemek için bir SWOT analizinin yönelimini hatırlamak doğru olacaktır. SWOT analizi bugün artık her disiplinde kullanılan ve hatta bireylerin günlük yaşamlarının şifresi haline gelen bir yaklaşım olarak görülmelidir. Böyle bakıldığında alternatifler arasında verilen kararların etkinliği için içsel güçlü ve zayıf yönleri, dışsal boyutta ise tehdit ve fırsatları bir bütün olarak incelemek gerekir. Bir ülkenin ve/veya bir toplumun uygarlık coğrafyasında nerede durması gerektiği, öncelikle dışsal boyutun odağında yer alır. Ancak fırsat ve tehditlerin o ülkenin gerçekleri ile örtüşerek bir uygarlık hamlesine dönüşmesini sağlayacak gelişme bizzat içsel boyutta yer alan güçlü ve zayıf yönleri avantaja taşıyacak irade ve insan kaynağı ile mümkündür. Çok açık ki bu kaynak en azından ilk aşamada toplumun bütününü kapsamayacaktır. Herhalde toplumun geniş kesimleri bir elit grubun, yaratıcı bir aydın veya yönetici azınlığın çizdiği istikamet doğrultusunda harekete geçecektir.

İKİNCİSİ bizim uygarlığımızın ve kültürel sistemimizin bir anda ortaya çıkmadığı, köklü ve yayılma hızı yüksek bir geçmişin izlerini taşıdığı gerçeğinin büyük ölçüde ıskalanmasıdır. Haliyle bu bakış açısıyla hareket edildiğinde Mümtaz Turhan'ın dediği gibi "kendisini küçük gören toplum/gerçeklik, sosyal ve kültürel açıdan hayranlık duyduğu cemiyete benzemeye başlayacaktır. Üstün olarak görülen toplum/gerçekliğe duyulan hayranlığın nispetini ise kendisini küçük gören toplumun verdiği kararlarda bulmak mümkün olacaktır." Oysa bugün Türkiye'nin kültürel sistemi üzerinde bir tartışma yürütüldüğünü farz etsek bile Türk medeniyeti ya da uygarlığının tarihteki diyalektik alanının söz konusu tartışmalarda kısır bir biçimde konumlandırıldığı görülmektedir. 

ÜÇÜNCÜ sorunumuz ise ülke içerisinde zayıf yanlarımızı güçlendirmek için fitili ateşleyecek olan sayıca az kesimin yıllar boyu kültürler arası karşılaşma ve değişim meselesini salt kendisinin yaşam alanındaki bir gereklilik olarak görmesidir. Bu aslında yaklaşık 300 yıllık modernleşme macerasının bir tezahürü gibi algılanabilir. "Onlar gibi olmak", "ilk fırsatta geleneği modernlik (burada batılılaşma ve her şeyin Batı'nın ürünü olduğu ön kabulü kastediliyor) dayatmasına kurban vermek..." Bu sorunlu anlayış önce kültürümüzün maddi unsurlarını ardından değerler ve inanç sistemimizin kimse gibi olamadığı bir tür kara delik meydana getirmektedir. Belirtilmelidir ki toplumların yaşayışını sınırlandıran ve kolaylaştıran/zorlaştıran kültür dinamiğinin bir başka kültürle karşılaştığında üstün mü yoksa daha mı aşağı olduğu meselesinden ötesi, karşılaşma neticesinde hangi kültürün diğerine galip geleceği merakıdır. Bu tarihsel ve sosyolojik bir gerçektir... Adına ister "emperyalizm" ister "medeniyetler buluşması" denilsin kültürler arası farklılaşma ve çatışma olgusu her ülkenin uygarlık coğrafyasındaki konumu ve katkısı ile göreli bir biçimde farklılaşmaktadır. Dünyada adını bile bilmediğimiz pek çok ülkenin bir kültürünün olmadığını iddia etmek mümkün değilse her birinin tarihte uygarlık meydana getirdiğini ileri sürmek de mümkün değildir.

Bu noktaya geldiğimizde DÖRDÜNCÜ ve en önemli meseleyle karşılaşırız. Toynbee'ye göre medeniyetler bir durak değil bir yoldur. Durduğunuzda ya da mevcudu korumanın yolunu aradığınızda aslında çözülmeye başlamışsınız demektir. Çünkü bir uygarlığın ortaya çıkışı ya da güçlenmesi bir başka uygarlığın meydan okumasına karşı koyabilmesi ile mümkündür. Cevaplanması gereken hazin soru biz meydan okuyan mı yoksa karşı koyan tarafta mıyız? Önce buna karar vermeliyiz.

İşte bu sorunları bertaraf edebildiğimizde "yüz" bizim yüzümüz, döndüğümüz yer ise "bizim gerçekliğimiz" olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları