Nasıl kurtuluruz bu bataklıktan?

Dünya doğusuyla batısıyla bir gayyaya doğru yuvarlanırken memleketimiz her seferinde uçurumun kenarından dönmüştür ve yine dönecektir. Yüce bir el her defasında bataklıkta kaybolup gitmekten bizi kurtarmaktadır.
Ümitsiz değilim, Batı dünyası bugünkü uluslaşma sürecine ve demokratik seviyesine içsavaşlar, kitle katliamları ve insanlık ayıbı türlü zulümlerle ulaştı. Biz ise kendi irademiz dışında olsa da ’düşük yoğunluklu çatışmalar’ile birbirimizi yeniden tanıyoruz!
Siz de umudunuzu yitirmeyin Anadolu’nun özündeki sağlam maya insanımızı yeniden birbirine tutkallayacaktır. Halen bile izleri süren 30 yıl öncesinin sağ-sol kamplaşması günümüzdekinden daha az vahim değildi. O zamanlar değil bir şehirden diğerine gitmek, bir sokaktan diğerine geçmek dahi cesaret istiyordu.
Milletimiz Alevisi-Sünnisi, Kürdü-Türkü, dindarı-dünyevisi yani bünyenin bütün organları, kendisinin ve yanı başındakinin varlık alanını yeniden tanımlıyor. Eğer bizdeki olayların onda biri Avrupa dahil dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşansa, kolayca parçalanırdı.
Buna ister  “ilahi inayet”  deyin ister  “şansımız yaver gidiyor” , sonuçta bu milletin tekrar büyüyeceğinin bütün işaretlerini görüyor ve yaşıyoruz. Yalnızca bencil duygularla tepki göstermeyen, aksine yeryüzündeki bütün sorunlarla ilgilenen dinamik bir gençliğimiz var. Ancak bu kez dirilişimizin Milli Mücadele zamanından farklı dinamikleri ve şartları söz konusudur.
Eskiden düşman dışarıda olduğu için mücadele etmek nispeten kolaydı. Hariçten gelen saldırılara karşı dahilde tek yürek olunabiliyordu. Çünkü kimin hain kimin dost olduğu rahatça anlaşılabiliyordu. Lakin, bugün bir araya gelme sorunu, üzerinde daha ciddi gayretler gerektiriyor. Kurt gövdenin içine girdiyse nasıl mücadele edeceksiniz? Dostu düşmanı ayırt etmek hiç de kolay değil. Öyleyse ölçüyü neye göre koyacaksınız?
Kör dövüşü gibi kılıç sallayamazsınız. Herkesi yalan makinesinden yahut vatan sevgisini ölçecek makinelerden geçiremezsiniz. Samimiyet testi için kalpleri yerinden sökemezsiniz. Bu durumda, tarafların beyanları esas kabul edilip, uygulamalara bakılmalıdır. Uygulamalar ölçümlenebilir, değerlendirilebilir.
Dedikodular için  “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” deyip kulaklarımızı tırmalayan parazitlere takılmamalıyız. Ortak akıl yitirildiği ve sözü dinlenir aksakallılar ortadan çekildiği için herkes kendince teoriler geliştiriyor ve başkalarının da bunlara inanmasını bekliyor.
Milletimizin yeniden diriliş sürecindeki mücadelenin gerekleri farklıdır. Öncelikle birbirimizle uğraşma yerine kendimizin ıslahına yönelmeliyiz. Ziya Paşa’nın  “Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât / Bin türlü teseyyüp (tortu) bulunur hânelerinde” sözünü bir kenara yazmalıyız. Sonra  “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin.” Ayet-i kerimesinin sürekli aklımızda tutmalıyız.
Milliyetçilik rüzgarının yönü ülke sınırlarının dışına çevrilmelidir. Gençlerin içini sıkan dönemsel ve hacimsiz idealler yerine ufkunu ileri taşıyacak hedefler belirlenmelidir. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan Türk dünyası bugün hâlâ sahipsizdir ve sorunlarıyla uğraşan ne bir üniversite ne de ortak dilde yayın yapan gazete yahut akademik bir dergi yayınlanmaktadır.
İslami kesimler için de aynı sorunlar gündemdedir. 1 milyarlık nüfusa rağmen, Müslümanların yüzünü ağartan bilim kurumları, sorunlarına çözüm bulacak düşünce kuruluşları neredeyse yoktur. Oysa Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Genel Sekreterliğini yürüttüğü İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) gibi kurum ve kurumlar bugün yetersiz kalsa da ilerde etkin bir şekilde kullanılabilir.
Bizler devletin çökmesinden medet umacak kadar düşük karakterli insanlar değiliz. Memleketin harabeye dönmesini, üzerinde uğursuzca ötecek yarasalar bekler. Yıkmak, batırmak, tahrip etmek her zaman kolaydır. Zor olana talip olmalı, birliğimizi ve geleceğimizi yeniden inşa etmenin ağırlığını yüklenmeliyiz

Yazarın Diğer Yazıları