Neden Türkçüyüz!

İnsanlık var olduğundan bu yana; çağları biçimlendiren yönetim şekilleri, siyasi yaklaşımlar, ürünler, sistemler hasıl olmuştur. Hepsinin özünde de insan vardır.

Sınıflı toplum yapıları, feodal sistemler, monarşiler, demokrasiler, seçim sistemleri...

Tarih boyunca değişen sistemlere, yaklaşımlara, değer yargılarına rağmen insanlık için değişmeyen en temel şey; dış saldırılara ve tehlikelere karşı bir arada yaşama duygusudur.

Davranış kalıpları, akrabalık bağları ve diller de bir arada yaşamanın temelini oluşturur.

Ortak dili konuşamayan, ortak acıyı yaşayamayanlar bir arada kalamazlar. Bu durum tarih boyunca hep böyle olmuştur.

***

Son iki yüzyılda demokrasilerle, parlamenter sistemlerle tanıştık. Krallıklar birçok ülkede tamamen ortadan kalkarken, bazılarında sembolik olarak yaşatılmaya devam ediyor.

Muz cumhuriyeti ve 3. dünya ülkelerinde ise durum daha farklı. Demokrasi ve parlamenter sistem yerini "tek adam" rejimlerine, aşiretli federal yapılara, saltanatlara bırakıyor.

Tüm bu farklılıklara rağmen, güçlü devletlerin en temel özelliği ortak millet tanımında buluşuyor olmaları. Bu devletleri ayakta tutan, güçlendiren, kendi coğrafyalarının dışına etki edebilmelerine imkân sağlayan ana unsur da millet yapılarıdır.

Örneğin Suriye'deki iç savaş ortamından kaçan sığınmacılar Avrupa'ya kabul edilmiyor. Basınımızın büyük bir bölümü bu durumu; Avrupa'nın insan hakları konusunda iki yüzlü davrandığı, insanlık dışı hareket ettiği algısıyla vererek, demografik operasyona zemin hazırlıyor.

Oysa durum bambaşka... Avrupa kendi içinde millî devletlerini koruyor, demografik yapısının bozulmasına, bir arada yaşama duygusunun ortadan kaldırılmasına müsaade etmiyor.

***

Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihsel arka planına ve temeline bakıldığında ise Türkçülük hareketlerinin varlığına şahitlik ediyoruz. Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Ziya Gökalp gibi isimler Cumhuriyet'in kuruluşundaki ana damarları oluşturan Türkçülerdir.

Bu sayede dağınık haldeki imparatorluktan bir meydan okuma, bir varlık beyanı olarak "Türk milleti" doğmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk'ün her fırsatta dile getirdiği ve sözlerinin sonuna eklediği "Ne mutlu Türk'üm diyene" ifadesi millî devleti güçlendiren, millet olma bilincini artıran çok önemli bir nüvedir.

Tarihi gerçekler, Türkçülük fikrinin uygulamada nasıl Türkiye Cumhuriyeti'ne dönüştüğünü anlatıyor. Buna rağmen Türkçülüğü, etnik ırkçılıkla bir tutma girişimlerine şahitlik ediyoruz. Daha da kötüsü Türkçülük, Kürtçülük ile bir tutularak en üst perdeden lanetlenmek isteniyor.

Kürtçülüğün lanetlenmesi doğrudur, ancak Türkçülüğü lanetleyip "ümmet" övgüsü yapmak, Osmanlı'nın nasıl yok olduğunu bilmemek, öğrenmemektir.

***

Siyasal İslam'ın Türkiye'deki temsilcilerinin fikirlerini değiştirmelerine lüzum yok. Çünkü geçmişleri ve varlık nedenleri bunun üzerine kurulu.

Geçmişte Erbakan da benzer söylemlerde bulunurdu. " 'Sen ne mutlu Türk'üm diyene' dersen, o da 'Ne mutlu Kürt'üm' der" diyerek meydan meydan geziyordu. Halbuki buradaki Türklük atfının ırka, soya dayalı olmadığını gayet tabii biliyordu.

İşte tam da bu noktada Siyasal İslam'ın tehlikeli yüzüyle karşılaşıyoruz.

O yüz; Biatçı kul-köle-teba mantığı, Osmanlı'nın son döneminde olduğu gibi milleti efsunlayarak, ordularını dağıtır, direnme azmini ellerinde alır, milleti etnik gruplara ayırır!

Dolayısıyla çözüm süreci, BOP, ABD işgali vb. gibi süreçleri iyi okumak zorundayız.

Türkiye'deki uluslararası para hareketlerinin, lider söylemlerinin, STK'lara akıtılan milyonlarca doların ne için harcandığını hatırlamalıyız.

***

Türkçülük, bu ülkenin temel dayanak noktası ve kurtuluş yoludur.

Türkçülüğün, tarihin hiçbir döneminde ırka dayalı yöntemleri olmamıştır.

Dolayısıyla bugün söylenen sözlerin kıymetiharbiyesi yoktur.

Türk milleti ve devleti yaşadığı sürece Türkçülük de yaşayacaktır.

O yüzden Türkçülüğü; PKK ile masaya oturup, Barzani ile dost olanların sorgulamasına tepki göstermeyelim. Hatta gerçek niyetleri ve yüzlerini ortaya koyduklarından dolayı kutlanmayı hak ediyorlar.

Türklüğü pranga olarak görüp, Türkiye'ye demografi operasyonu yapanlar, kurmak istedikleri köle-sömürü-biatçı yönetim anlayışının sonuna gelmiş durumdalar.

Hiçbir insan kendi milletinden, akrabasından çekinmez, iğrenmez... Ancak o millete ait olmayanlar kimliklerini reddederler...

Türkiye'nin kendi özüne dönerek, kültürünü ve dilini korumasının temel yolu da siyasetin Türklük düşmanlarının elinden alınmasıyla mümkündür.

İşte o yüzden Türkçülük hedef alındıkça büyüyecek ve yaşayacak.

Ne mutlu Türk'üm diyene!

Yazarın Diğer Yazıları