Neo-hariciler!

Hizbullahçıların ve PKK’lı teröristlerin 10 yıllık tutukluluk süresini doldurduğu için tahliyesi kamu vicdanını yaraladı. Geciken adaletin adalet olmadığı bir kez daha ispatlanırken terör ve din ilişkileri tekrar tartışılmaya başladı. Amerika’da 11 Eylül, Hindistan’da otel ve Türkiye’de sinagog saldırılarının etkileri sürerken, şimdi de Mısır’da bir Kıpti kilisesine bombalı saldırı düzenlendi. Bunlar ’barış ve esenlik dini’İslam ile terör kelimelerinin yan yana kullanılmaları sonucunu doğuruyor. Müslüman memleketler, Batı basınında terör ve anarşi haberleriyle gündeme geliyor. İslam dünyasından alınan tek tük Nobel ve barış ödülleri ise dinle arasına mesafe koyduğu açıkça bilinen isimlere veriliyor! PKK terörü dahi uluslararası kamuoyundaki bu algıyı güçlendiriyor.
Fakat dindarları en fazla yaralayan din adına bağnaz bir tavır sergileyen ’yeni harici’ bir zihniyetin varlığıdır. Batı tarafından desteklendiği için ’neo-haricilik’ diye adlandırabileceğimiz bu gruplar, Müslümanlar hakkında dünya kamuoyuna pompalanan psikolojik harbin azat kabul etmez köleleri gibi davranıyor. Her ne kadar ülkelerini işgal eden sömürgeciler veya çıkarları uyuşmadığı için işgalciye karşı çıkan devletlerin ajanları tarafından eğitilmiş olsalar da bu zihniyet sorunu bir kalemde geçiştirilecek kadar basit değil. Yani dindar Müslümanlar arasında maalesef hastalıklı bir damar var ve kullanılıyor. İşgal altında oldukları ve özgürlük savaşçısı kisvesiyle yola çıktıkları için kimi cahil dindarlardan da destek görebiliyor.
Düşman düşmanlığını yapar. Hırsıza kızmak sorunu çözmez, açıkta kalan kapı ve pencereler için de tedbir alınması lazım. ’Neo-haricilik’kavramının içini dolduran ortak noktalar var. Hepsi geleneksel dini eğitimin yasaklandığı ortamlarda zuhur etmektedir. Denetim ve diploma/icazet sisteminin yerleşmediği dönemlerde yarı cahil, bağnaz hocalar (yahut hoca kılığındaki ajanlar) istismara açık cahil kitleleri rahatlıkla yönlendirebilmektedir. İnsanı yaşatmak yerine öldürmeye öncelik verirler. Geleneğin temsilcisi diyanet teşkilatı, cemaat ve tasavvufi akımlara düşmandır, onları kâfirlerin işbirlikçisi görür.
 “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır. Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemez”  şeklinde özetlenebilecek  “Dunning-Kruger Sendromu” bu insanları anlamakta kullanılabilir. İlk çıkışları Hz. Ali ile Muaviye’yi öldürmek maksatlıydı. Hakemlik kurumuna itiraz ediyor ve Hz. Osman’ın katilinin de içinde bulunduğu kişilerin haklı haksız demeden cezalandırılmalarını istiyorlardı. Daha o zamanlardan adalet yerine kan dökmeye öncelik veriyorlardı. Hasan Sabbah’ın Haşhaşileri ve Kubilay’ı din adına katleden uyuşturucu müptelası güruh da bu kapsamda düşünülebilir. Maksatları dinin anlaşılması değil aksine siyasetin ve çıkarların bir aracı yapmaktadır. 
Doğu insanının özündeki şecaat ve gözüpeklik, kâmil insanların himayesinden alınırsa cehaletle birleşir ve Bilge köyündeki gibi insanı insanlığından utandıracak bir barbarlığa kalkışabilir. Batılılar için de El Kaide misali Frankeştayn’a dönüşebilir. 10 yıl önce aslında ’hizbütterör’denilebilecek Hizbullah’ın ve son günlerde PKK’nın Türkiye’de sağduyulu din adamlarına yönelik suikastların nedeni budur. Süper güçlerin Afganistan’da, Pakistan’da, Irak’ta ve Filistin’deki politikalarını izliyorlar. Görüştüğüm din adamları, mollalar ve şeyhlerden de bizzat dinledim. Son 20 yıldır terörü eleştiren kişilerin doğuda yaşama garantisi bulunmadığına dikkat çekiyorlar. Kendilerinin de güvenliklerinin sağlanabileceğinden kuşku duyuyorlar. ’Öldürülmek’ecele inananlar için sorun değil ancak saldırılar çevrelerindeki insanları yıldırıp bölgeden uzaklaştırıyor. Sözde PKK’ya karşı kurulup desteklenen Hizbullahçıların PKK ile anlaştıktan sonra işkence ederek yahut domuz bağıyla öldürdüğü din adamının da haddi hesabı yok.
’Yeni haricilik’kavramı içimizi yaksa da tartışılmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları