Nereden nereye ve nasıl geldik?

Sayın okurlarım ben, son günlerde yurt içinde ve dışında oluşan iktisadi, siyasi ve kültürel olayların tesirinde kalarak birçok dostlarım gibi, kötü günler yaşıyorum. “Türk Dünyası’nın Kutup Yıldızı” unvanına layik gördüğümüz Cumhuriyetimiz, yedi yıldır Türk Dünyası’na sırtını dönmüştür. Cumhurbaşkanımız ve ABD’nin İslam Ülkelerini işgal planı olan “Büyük Orta Doğu Projesi”nin eşbaşkanı Başbakanımız, daha çok Arap Dünyası ile ilgilenmektedirler.
Yerli malı kullanıp, para biriktiren toplumumuz, edindiğimiz bilgilere göre son yıllarda israf ekonomisinin esiri oldu ve aldığımız borçlara karşılık hergün, 110 milyon dolar faiz ödüyoruz.
Onun için bugünkü yazımda sizlere, Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında Başşehrimiz Ankara’mızda geçirdiğim güzel günlerden bahsederek nereden nereye ve nasıl geldik, sorusunun cevabını arz etmeye gayret göstermek istiyorum.
Ben başşehrimiz Ankara’mızın Gölbaşı ile Haymana İlçesi yolu üzerindeki Yavrucuk Köyü mensubu bir ailenin uzantısıyım.
Çocukluk ve gençlik yıllarımı, Ankara’mızın göbeğindeki Ulus Meydanı ve civarında geçirdim. Posta Caddesi Kuşbaşı Sokağının başındaki üç katlı baba evinde doğdum ve büyüdüm. Giriş katımızda, Çanakkale şehidinin eşi olan halamız, üst katlarda da dört kardeşli Yavrucuk ailesi olarak bizler oturuyorduk. Babamız, Posta Caddesinde inşaat levazımatı satan dükkan sahibi idi ve fahriyen de Mahalle Muhtarlığı yapıyordu. Amcalarımız, halalarımız, dayı ve teyzelerimizin aileleri de şehrimizin değişik mahallelerindeki evlerinde ikamet ediyorlardı. Geniş bir aile yapısına sahiptik, fakat yeni harflerle okuma-yazma bilenimiz çok azdı. Ben ailenin en büyük oğlu olduğumdan evimizin karşısındaki “İnkılap Mektebi”ne gitme şansına sahip oldum. Okulumuz, Atatürk’ün uçmağa varmasından sonra “Devrim İlkokulu” olarak isim değişikliğine uğradı.
Yaz aylarını da, şehrin beş-on kilometre dışındaki Etlik ve Keçiören’deki yazlık evlerimizde geçiriyorduk. O yıllarda şehrimizde kimsenin özel arabası olmadığı gibi, belediye otobüsleri de her yöne ulaşamıyordu. Aile reisleri, her gün işyerlerine evlerde besledikleri bakımlı hayvanları ile gidip geliyorlardı.
Ulus Meydanı, Ankara’nın çok yönlü merkezi idi. Şehir otobüsleri her yöne meydandan kalkarak gidiyorlardı. İş Bankası-Ziraat Bankası ve Zafer Anıtı, Ulus Meydanı’na ilk inşa edilen büyük eserlerdi. Zafer Anıtı’nın en üstünde, Cumhuriyetimizin kurucusu M. Kemal Atatürk’ümüzün atı üzerindeki kahraman duruşu görülüyordu. Anıtın orta bölümünde de mermi ve silah taşıyan iki er ve bir hanım askerimizin, güzel ve gösterişli duruşları vardı. Anıtın en altındaki taş duvarların üzerinde de, taştan yapılmış milli sembolümüz iki güzel “Bozkurt Başı” vardı.
Zafer Anıtı önündeki caddenin üzerinde, “Her Türk, Türkiye malı kullanmalı” tabelası asılı idi. Ulus Meydanı’na daha sonraki yıllarda Sümerbank, Merkez Bankası, Sanat Enstitüsü ve Milli Kütüphane inşa edildi.
Ulus Meydanı’ndan istasyona kadar uzanan asfalt yolun bir yanında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi” ile “Meclis Parkı” öbür yanında da “Ankara Palas” adı verilen, yabancı konukların ağırlandığı ve toplantıların yapıldığı çok maksatlı milli yapılarımız vardı. İstasyon yolunun ortalarında da, sağ tarafa 19 Mayıs Stadyumu ve yardımcı spor tesisleri yapılmıştı. Sol taraf ise, ileriki yıllarda “Gençlik Parkı” olarak yapılacak alan idi.
O yıllarda Ankara halkının en kutsal bayramı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’mızdı. Bizi o gün annelerimiz evlerimizden alarak bayram alanına yürüyerek götürür ve yemeklerimizi de yanımızda taşırdı.
Cumhuriyet Bayramı törenlerinde en büyük alakamızı, Cumhurbaşkanımız M. Kemal Atatürk’ümüzün üstü açık tören arabası ile tribünlerimizi selamlayarak geçişi, çekerdi. Ruhu şad olsun.
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları