Nereye gidiyor bu paralar?

Nereye gidiyor bu paralar?
Nereye gidiyor bu paralar?

Rakamlar artık akıl almaz boyutlara ulaştı.

Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın örtülü ödenekten kullandığı para neredeyse günde 5 milyon lira!

Tam tamına her gün 4 milyon 800 bin lira para harcıyorlar.

Nereye gider bu paralar?

Örtülü Ödenek Yasası'na göre bu bilgiler gizlidir, açıklanamaz. Neden?

Devlet sırrıdır!

Örtülü ödenek, gizli tutulan işlerde harcanmak için Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın emrine verilen paradır. Eskiden bu hak sadece Başbakan'ın idi...

Şimdi Cumhurbaşkanı'na da bu hak tanındı... İkisi birden örtülü ödeneği harcıyorlar.

Yılın ilk 5 ayında harcanan para 734 milyon 483 lira... Ortalama ayda 146 milyon 800 bin liraya geliyor.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde örtülü ödenekten şimdiye kadar hiçbir yetkili böyle rekorlar kitabına girecek harcamalar yapmamıştı.

Yasa "Paraların nerelere kullanıldığı gizli tutulacak" diyor. Diyor ama yine de vatandaş olarak merak ediyoruz:

"Nereye gidiyor bu paralar?"

Rahmi Turan Sözcü

 

 

*

 

Atletlerimiz(!) başarıdan başarıya koşuyor(!)

Avrupa Atletizm Şampiyonası'nda atletlerimiz (!) başarıdan başarıya koşuyor...

Altın, gümüş, bronz, maşallah ne varsa götürüyorlar...

İftihar ediyoruz tabii...

Amsterdam'da tarih yazıyoruz...

Pistlerin tozunu attırıyoruz!..

***

İlk altın madalyayı 10 bin metre kadınlarda Yasemin Can kazandı...

Adı Yasemin, soyadı Can, ama simsiyah bir Afrikalı...

Kenya'dan ithal!..

400 metre erkeklerde altın madalyanın sahibi ise millî sporcumuz (!) Yasmani Copello Escobar oldu...

Küba'dan ithal!..

***

Bu durum İngiliz Telegraph Gazetesi muhabiri Ben Bloom'un da dikkatini çekmiş ve şöyle bir tivit atmış:

"Türkiye'nin Avrupa Atletizm Şampiyonası kadrosu 7 Kenyalı, 2 Jamaikalı, 1 Etiyopyalı, 1 Kübalı, 1 Güney Afrikalı, 1 Azerbaycanlı. Bu nasıl bir saçmalıktır? Sporcuların ülkelere geçişleri hakkında bir şeyler yapılmalı. Birçoğu zorunluluktan Türkiye'ye ayak basıyor. Altın madalya satın alabilirsiniz gibi görünüyor."

(...)

Bunu Suriyelilere bağlayalım...

Kalifikasyonu (!) yüksek Suriyelileri vatandaş yapacakmışız...

Kendi vatandaşını eğitemeyen, bilimsel araştırmaları için desteklemeyen, iş sağlayamayan...

Kendi vatandaşına sağlık, kaliteli bir yaşam sunamayanlar, Türkiye'yi kalifikasyonu yüksek Suriyelilerle uçuracaklar!!!

Yani, Kübalı Copello Escobar ile iftihar edeceğiz;

Ayşe Begüm Onbaşı'nın dünya şampiyonu olduğunu 19 gün sonra öğreneceğiz!..

Mehmet Türker Sözcü

 

 

*

 

Yağcılık akıyor

Dikkatinizi çekiyor mu son günlerde gazetelerde bazı ilanlar var.

Örneğin bir üniversite teröre karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetin çok başarılı işler yaptığı anlatıldıktan sonra "teröre karşı devletimizin ve milletimizin yanındayız" deniliyordu.

Sonra bazı iş adamlarının kuruluşlarının ilanları yayınlanmaya başladı.

Anlı şanlı iş adamları Rusya ve İsrail'le yapılan anlaşmaların çok iyi olduğunu, Cumhurbaşkanının ve hükümetin fevkalade başarılı bir hamle yaptıkları anlatıldıktan sonra "Bu çok başarılı dış politikanın Türkiye'ye çok büyük yararı olacağı" belirtiliyor.

Bu ilanlar yayınlandıktan sonra baktım da ne saray, ne hükümet ne de yandaş yalaka takımından "Size ne, işinize bakın" gibi bir açıklama gelmedi.

(...)

Yeni Türkiye bu.

Ne demişti saraydaki zamanında "Bitaraf olan bertaraf olur."

Kural aynen geçerli, karakter de olmayınca ne yapsın garipler.

Can Ataklı Korkusuz

 

 

*

 

Medrese gerçeği

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçenlerde "İmam Hatip Gençlik Buluşması"nda konuşurken sözü medreselere de getirmiş, "Cumhuriyetle medreselerin kapatılması büyük boşluğa neden olmuştur" demişti.

Acaba öyle mi? Prof. Vahdettin Engin'in "II. Abdülhamid ve Dış Politika" adlı kitabında ilginç bir bölüme rastladık. Bir dönemde Japon İmparatoru, İslamiyet'in muhtevasını, iman esaslarını, gayesini, felsefesini, ibadet kaidelerini izah edecek kudrette bir din heyetinin ülkesine gönderilmesini talep etmiş. Abdülhamid bu talep üzerine bakın ne diyor:

"Düşündüm ki, Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimleri kendi ülkemizde olsa ve onları ben bulabilseydim, Japonlardan evvel kendi milletimin ve Halife, yani Peygamberimizin vekili olarak İslam âleminin istifadesini temin ederdim. Şöhret yapmış ilmiye mensuplarını tanıyordum. İçlerinde şahsen hürmete şayan çok şahsiyet vardı. Ekseriyetle de şahsen faziletli idiler. Fakat ilmi kudretleri olduğu kadar, cihanı telakki tarzları, bu kadar büyük ve İslamiyet'in mukadderatı üzerinde tesir yapacak mevzuu ele almaya, neticelendirmeye müsait değildi. Velhasıl Japon İmparatorunun istediği Müslüman din âlimlerine ve onları yetiştirecek kaynaklara sahip değildik. Medreselerimiz birer ilim irfan kaynağı olmaktan mahrumdu."

İşte bugün özlenen medreselerin o günkü durumu...

Melih Aşık Milliyet

 

 

*

 

Başın döner düşersin

Habertürk'te Elif Şafak, Serfiraz Ergun'un 'Aktüalite' programında söyledi: "360 derece demokrat olmak lazım."

Baş döner, ayakta durulmaz sonra!

Sina Koloğlu Milliyet

 

 

*

 

CHP ve MHP'de değişim mecburiyet

Bayram'da MHP genel başkanlığına güçlü aday isimlerden olan Meral Akşener'in partililerle bayramlaştığı otele Bahçeli lehine slogan atan bir grup girmiş ve Akşener taraftarlarına palalarla saldırmıştı.

Saldırganlardan birinin "ülkücü bir vakfın yöneticisi" olduğunu duyunca "Konu koltuk olunca Bahçeli'nin ülkücüleri şiddetten uzak tutma süresi bitti mi" diye düşünüyor insan.

Şimdi Meral Akşener'in bağımsız hareket etmesi nedeniyle "MHP'den ihraç edilmesi" konusunu gündeme getirmişler. Bir parti yönetimi için acziyet ve korku ifadesi davranışlardır, hele de 'pala' konusu bağışlanamaz, benzersiz bir suçtur.

Akşener yerine bir başka isim de olsa "bu değişimi engellemenin mazereti" kalmamıştır.

Aynı şekilde CHP'de muhalif isimlerden Muharrem İnce ve Gürsel Tekin'in birlikte hareket etme kararı aldıkları duyuldu.

Eski Genel Başkan Deniz Baykal'ın muhalefet başlatması, ön seçimle gelmiş bazı milletvekillerinin insiyatif alması CHP'de de MHP benzeri ısrarlı bir "değişim süreci" başlayacağını gösteriyor.

Ancak... Eğer MHP'deki muhalifler gibi "Bizim amacımız Kasım'da yapılacak bir erken seçime hazırlıksız yakalanmamak" diyerek, haklı bir taleple yola çıkıyorlarsa bu değişimi "yeni ve yıpranmamış" isimlerle gerçekleştirebileceklerini hatırlatmak gerekiyor.

Milletvekili olan veya olmayan, toplum kesimlerini etkileyebilecek isimlerin ortaya çıkması sağlanmalıdır!

Güngör Mengi Vatan

 

*

 

Demokrasinin sonu mu!

İkinci Dünya Savaşı sonrası "Doğu-Batı" arasındaki en büyük çatışma "demokrasi-özgürlük-refah-mutluluk-bireysel girişim" ile "sosyalizm-komünizm toplumsallık" arasında yaşandı. Sonucu biliyoruz: Sovyet Bloku'nun çöküşü, Batı Demokrasisi'nin ve dayandığı temel olan kapitalizmin zaferi...

(...)

Batı'nın demokrasisinin zaferinin en büyük silahı, refah toplumuydu. Bu silahla Sovyet tipi rejimi çökertti. Batı'da bolluk, Sovyetler'de kıtlık.. üretim azlığı... üretimde çuvallama... Şu fıkralar dolaşırdı: Kadın mesela Moskova'da bir markete girer, et reyonunu sorar. Tezgâhtar, "yanlış geldiniz, burası yumurta yok reyonu, et yok reyonu tam karşı tarafta" der...

Batı/demokrasi/kapitalizm, refah ve bol üretim demekti.

Şüphesiz emperyalizm de. Piyasalar üzerinde egemenlik, dünya üretim ve ticaretini güdüleme...

(...)

Şu soruyu o büyük cicim ve bal aylarında kimse sormadı:

Peki, refah toplumu tıkandığında, durduğunda veya hatta gerilemeye başladığında, demokrasi ne olacaktı?

Sanki refah "sonsuza kadar yükselen bir grafik"ti.

"Refah"ın da temel dayanağı olan "büyüme" de süreklilik arz edecekti.

Oysa daha 1960'larda çok önemli bir rapor "büyümenin sınırları"nı vurguluyordu! Büyüme ve refah, insan yeteneğini, buluşlarını, yeniliklerini, bilimsel ve teknolojik devrimlerini, aynı zamanda insan emeğini, toprağı, doğayı, havayı-suyu, toplumu sömürüye dayanıyordu.

Bu sonsuza kadar uzanabilecek ve sürdürülebilecek bir şey değil. Bu durumu sürdürülebilir kılacak bir "teknoloji yaratmak" da mümkün değil.

Büyümenin sınırı, refahın da sınırıydı.

(...)

Batı dünyasında yükselen "yabancı düşmanlığı"nın önemli nedenidir bu "var olanı kaybetme" korkusu... "Yabancı", yani mülteci hücumunun bu kaybetmeyi artıracağını düşünüyor Avrupalı.

Peki demokrasi bunun neresinde?

Orhan Bursalı Cumhuriyet

 

 

*

 

Kurallar çiğnenmek için değildir

Uzun tatile dönüşen bayramlarda genelde trafik kazalarına üzülürüz. Bu kez sel felaketi de vurdu. En çok Ordu'yu, genelde Karadeniz'i; yoğun yağış ve ardından sel. Bayramın ilk günü Heybeliada'da, sağanak yağışın sesiyle uyandım. Her şey gözümün önünde oldu: kaldığım ev, ormanın içinde. Şakır şakır yağan yağmur, ağaçları suladı, toprağın derinliklerine aktı. Kurumuş ağaçlar ve toprak o suyu emdi, yaladı, yuttu. Bir saat sonra, ağaçlar parlamış, asfalt kurumuş, toprak mutluydu! Kulağımda Antalya'daki orman yangınından sonra oranın yerlisi Ramazan Hoyrazlı'nın feryadı çınladı:

 "Şimdi yağmurlarda sel olur, toprağı tutacak ağaç kalmadı!"

Karadeniz'deki felaketin üç nedeni var: Erozyon, ağaçların suyu tutamaması ve çarpık kentleşme.

 ... Yaylaları gezenler bilir, "Buralara ev yapılmasına nasıl izin verilmiş" denir. İzin almıyorlar ki! Öyle olunca da evler yıkılır, insanlar sele kapılır, felaketler yaşanır. Tıpkı bayram dönüşlerinde trafik kurallarına uymayan sürücülerin kendi ve karşısındakinin can güvenliğini tehlikeye attıkları gibi.

Ölü ve yaralı sayısı yine rekora gidiyor. Kuralları çiğnemeye bayılıyoruz. Yetkililer de, hangi biriyle baş edeceksin kafasıyla boş verince, olan oluyor. Ada vapuru tıklım tıklım, ayakta zor duruluyor, ama yasak olmasına rağmen illa ki sigara içiliyor. O kadar kişinin hayatı tehlikeye atılıyor.

Yazgülü Aldoğan Posta

 

*

ercan-akyol-009.jpg

Ercan Akyol Milliyet