Nereye kadar?

Cenevre görüşmelerinde BM Genel Sekreteri gündemdeki her konuda yakınlaşma bekliyor. Genel Sekreter’e göre Kıbrıs’ta iki toplumdan oluşan  “Tek Halkın temsilcileri” yani “Kıbrıslıların” “Kıbrıs meselesini”, sözde tek halkı oluşturan Kıbrıslılar olarak, biraz fedakârlıkla halledebileceklerdir. 
Genel Sekreterin %65 Rum’un Türklerle bir arada yaşamak istemediklerinden haberi yok! Genel Sekreter, Rumların “Kıbrıs’ın Yunanlıları”, Kıbrıs’ın  “Yunan Adası” , Kıbrıs Türklerinin “azınlık”, Türkiye’nin “işgalci” olduğunu ve “Kıbrıs meselesinin” 1974’de başlayan bir mesele olduğunu kabul etmiş midir ki, bu yalanlar ortadan kalkmadan, Kıbrıs’ta iki eşit halkın varlığı ve egemenliği kabul edilmeden, “kurucu devlet” deyiminin “egemen devlet”  anlamına geldiği konusunda mutabakat sağlanmadan varılacak herhangi bir anlaşmanın kum üzerine yazılmış olacağını Genel Sekreter’e anlatan da mı yok?
Sayın Downer, Genel Sekreter’e de Simerini gazetesine söylediği gibi “Federasyonu ben bilirim, benim istediğim şekilde olacak. Türkiye ve Rumlar bunu kabul ediyor, sen Kıbrıs Türklerine bakma, KKTC yoktur, yasa dışıdır, kaale alınacak değildir” mi diyor?
Sn. Downer bir halk kendi iradesini kullanarak devletini ilan ettikten sonra, kimsenin “bu devlet yoktur, kanunsuzdur” demek hakkı olmadığını bilmiyor mu? Böyle bir devleti tanıyıp, tanımamak başka bir meseledir, fakat onu yok farzetmek büyük bir insanlık dışı yaklaşımdır. Eli kanlı bozuk Rum idaresini meşru hükümet addeden KKTC’yi yasa dışı ilan eden, geçmiş BM Güvenlik Konseyi’nin, büyük devletlere hizmet eden yanlış kararı, tavsiye kararıdır. Kimseyi bağlayıcı değildir. Adalet Divanı, Kosova konusunda, devlet ilanının uluslararası hukuka aykırılığı olmadığını vurgulamıştır.
Bir halkın devletini ilan nedenlerini bilmemek, devlet ilanına gelinceye kadar, devletsiz bırakılmış bir insan topluluğunun, katlandığı insanlık dışı muameleyi umursamamak, 1960 Antlaşması’nın esasta bir Türk-Yunan anlaşması olduğunu ve Türkiye’nin garantörlük hakkının tartışılmaz olduğunu kabul etmemek, 1964’den bu yana Kıbrıs meselesi ile ilgili bir makama yakışmaz.
Kıbrıs Türk halkı, hür iradesi ile oluşturduğu, 28 yaşındaki devletinin başına, görüşmelerde “bu devleti ve halkın egemenliğini koruyan bir uzlaşma istiyorum” diyen Sn. Eroğlu’nu getirmiştir. BM için bu halk iradesinin de mi bir önemi yoktur? Bu iradeye ters düşen bir yolu, Rum öyle istiyor diye, kat etmek zorunda mıyız?
Kıbrıs Türkü olarak 1960-63-74’leri yaşamış, egemenliği ve kendi kaderini tayin hakkı tartışılamaz olan bir halkız. Bugün, “fanatikler” denilen gruplar, 1955-58’lerde ve 63’den 74’e kadar bize yapılan kötülüklerin başını, Enosis adına çekenlerin bir tekrarıdır. Kilise o zaman da bugün olduğu gibi bu “fanatiklerin” arkasındaydı. Yarın bunlar silahlanınca Rum halkı yine susacak, bunlarla bir olacaktır.
Şimdiden fanatik denilen bu grubun, hükümetin, kilisenin, Milli Konseyin, basının ve eğitimcilerin “federasyon ancak Türk askerini adadan çıkarmak için bir vasıtadır; AB nizamında ve demokratik bir düzende herkes yasalar altında eşittir. Türk azınlığa, çoğunluğun haklarına gölge düşürecek haklar verilemez. Kıbrıs Yunandır”  görüşünü desteklediğini ve Rumlar açısından milli siyasetin icra kolu olduğunu görmemek mümkün mü?
Kıbrıs Türkleri; Rum’un, Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkamayacağı, yırtılıp atılamayacak, kalıcı bir anlaşma istemektedir. Bunun temelinde de iki egemen halk ile bunların devletleri ve Türk halkının “olmazsa olmazı” olan fiili ve etkin Türk garantisi olmalıdır.
Cenevre’de bunların pazarlığı yapılmamalı, bu kırmızı çizgiler sonuna kadar savunulmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları