Netâmeli sorular

Önce, bir sır olmaktan çoktan çıkmış olan ve isteyen herkesin açık istihbarat kaynaklarından edinebileceği bilgiyi verelim:
PKK’nın ilk fikrî projesi, 1974 yılında Ankara Yüksek Öğrenim Derneği bünyesinde faaliyet gösteren Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Haki Karaer, Kemal Pir ve daha sonra Abdullah Öcalan’la evlenerek onun soyadını alan Kesire Yıldırım’dan ibaret beş kişilik bir grubun Ankara’nın Tuzluçayır semtinde yaptıkları toplantıyla oluşturulmuştur. Bu gruba birkaç kişinin daha eklenmesiyle farklı târihlerde yine Ankara’da başka toplantılar da yapılmış, nihâyet 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde 23 kişinin katıldığı bir toplantı sonucunda, artık hepimizin ilk harflerinden ibâret kısaltılmış hâliyle PKK diye bildiği Partiya Karkaren Kürdistan/Kürdistan İşçi Partisi adlı bölücü terör örgütü -varlığını bir süre  “gizli” tutmak üzere- kurulmuştur. PKK kaynaklarında Fis köyünde yapılan bu toplantıdan “1’inci PKK Kongresi”diye bahsedilmektedir.
Bildiğiniz gibi, bu “gizli”  örgüt, varlığını ve adını herkesin öğrenmesini sağlayan ilk büyük terör hareketini 15 Ağustos 1984 târihindeki Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla yaptı. Üç gün sonra bu baskınların üzerinden takrîben kırk bin vatandaşımızın hayâtını kaybettiği 27 yıl geçmiş olacak.
Bu zaman zarfında her yıl ortalama bin beş yüz, her gün dört kişi terör yüzünden canından olmuş, binlerce askerimiz şehit düşmüş, binlercesi de ağır şekilde yaralanarak sakat kalmıştır. Şehitlerimize Cenâbı Allah’dan rahmet  ve gazilerimize sabrı cemîl niyâz ederken, onların anne-babalarının, eş ve çocuklarının, kardeşlerinin ve diğer yakınlarının yaşadığı acının büyüklüğünü önemsemeden, devletin birkaç yüz milyar doları bulduğu ifâde edilen mâlî zararının büyüklüğünden bahisle ve hiç şüphesiz  “terör yüzünden harcanan bu para bizim cebimizegirmeli”niyetiyle PKK’yla pazarlık edip uzlaşmak gerektiğini yazıp söylemenin de ötesine geçerek bunu artık fiilen uygulayanlara ve adetâ bölücülüğü meşrû, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunmayı  “suç” hâline getirenlere söylenecek sözü siz değerli okuyucularımıza bırakıyoruz.
Bu vesîle ile cevapları son derece hayâtî öneme sâhip şu netâmeli soruları sormak zorundayız.
Diyelim ki PKK’nın kurulması sürecinde 5 kişiyle yapılan ilk toplantıyı da, sonrakileri de ve nihayet Fis köyündeki  “1. Kongre” yi de devletin günlük asâyişle meşgul polis teşkilâtı gibi, sivil-siyâsî polisi de, MİT’i de, jandarması da haber alamadı, öğrenemedi ve PKK’nın kuruluşunu önleyemedi. O 23 kişi 43, 83, 150, 300 oluncaya ve binlerce genci dağa çıkararak örgütleyip bölücülük uğruna can alıp can vermek üzere eğitinceye kadar acabâ neredeydiler ve ne işle uğraşıyordu bunlar?
Devletin niteliklerini belirleyen 1961
Anayasası’nın “değiştirilemez”nitelikteki 2. maddesi, Türkiye Cumhûriyeti’ni  “millî, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlıyordu. 1982 Anayasası yazılırken bu madde metninden “millî”  sıfatını kim çıkardı? Böylece,  “millî devlet” esâsına aykırı anayasa değişikliklerinin, AB’ye uyum yasalarının, kanun hükmünde kararnâmelerin Anayasa Mahkemesi’nce bu gerekçeyle iptal edilmesini, bütün bunların ve bunlara bağlı idârî tasarrufların Anayasa’yı ihlâl suçu oluşturmasını kim/kimler önledi? Abdullah Öcalan mı, Cemil Bayık mı, Murat Karayılan mı, Hatip Dicle mi, Leylâ Zana mı?
12 Eylülcülerin yargılanacağı vaadiyle yapılan referandumun üzerinden bir ay sonra bir yıl geçmiş olacak. Tek bir kişi gözaltına alınıp tutuklandı mı? Peki, yıllar boyunca gece-gündüz, yaz-kış demeden PKK ile savaşan onca subay ve astsubay neden derdest edilip hapse atıldılar?

Yazarın Diğer Yazıları