Niçin bağımsız olamıyoruz?

Bugünlerde herkesin kafası yine karışık. Anlaşılan Türkiye’de güç dengeleri yerine oturmuş ve bir tarafın mutlak galibiyetiyle sonuçlanmış değil. Konunun tuhaf yönü devleti yönetenlerin ve muhaliflerin de olup bitenleri net şekilde yorumlayamaması. Birkaç sorudan sonra hemen hepsinin ezberi bozuluyor. Birilerinin ülkemizi karıştırdığı söyleniyor ancak bunların kim olduğunun cevabı muallakta kalıyor. Maalesef tablonun bütününü görüp de bütün soruları cevaplandırabilen bir yetkiliyle yahut uzmanla tanışmadım.
Türkiye, henüz dünya üzerindeki dengelerle oynayabilecek bir süper güç değil. Çevresindeki gelişmeleri ise kısmen yönlendirebiliyor. Yaklaşık 300 yıldır da bu böyle. İktidarıyla muhalefetiyle genel kabul gören görüş ise; şimdi veya eskiden beri bölgesel bir güç konumunda olduğumuz ancak devlerin savaşında veya rekabetinde henüz tek başımıza bir karar alıcı konumuna yükselemediğimiz. Türkiye petrolü ve doğal gazı çıkarıp, işleyip pazarlayamıyor, her üç aşamada da dışarıya bağımlı. Nükleer tesis kurabilecek bir teknolojisi yok ve savunma sektöründe kendisine yetemiyor. Üstelik uçağını, otomobilini, hasılı ileri sanayi komplekslerini tek başına kurup işletebilecek kapasitesi de bulunmuyor.
Sanayinin temeli Amerika ve Avrupa ülkelerinin teknolojisi ile atıldığı için, üstüne onların müsaade etmediği herhangi bir şeyi, imkanımız olduğu halde, kurmuyor veya kuramıyoruz. En basit örnek; Windows tabanlı bir bilgisayarın üzerine herkese açık ve ücretsiz olmasına rağmen Linux işletim sistemini ve bununla uyumlu olarak TÜBİTAK tarafından “açık kaynak kodlu” üretilen ve bedava indirilebilen Pardus programını yüklediğinizde karşılaşılan zorluklar. Bilgisayarınızdan Windows’u kaldırdığınız takdirde, bu sefer de Windows’la uyumlu çalışan diğer programları yahut oyunları açamıyorsunuz! İkisini birlikte kullandığınız zaman da sonradan eklenenin anlamı kalmıyor. Süregelen mahkumiyete öyle alışmışız ki özgür kalmamak için üstüne para ödüyoruz! Her şeye rağmen Pardus’u kullanan devlet kurumlarını ve üniversiteleri tebrik etmemiz gerekiyor. Anlaşılacağı üzere bileklerimize patent ve lisans kelepçeleri geçirilmiş durumda, adeta izin verilmedikçe dışarı çıkamayan ömür boyu evhapsi hükümlüsü gibiyiz. Buradaki sorun yöneticilerin; tembelliğe alışması, risk almaktan korkması ve cahilliğinden mi, yoksa art niyetinden yahut çıkarcılığından mı kaynaklanıyor? Bana göre büyük oranda birinci şık geçerli. İddiamı test etmek isterseniz tanıdığınız herhangi bir siyasetçiye Pardus konusunu anlatmaya kalkın. Ya çok işi olduğu için izninizi isteyecek yahut “Bunlar teknik konular, bana bu konuyla ilgili bir dosya hazırlar mısın?” diyerek sizi başından savacaktır. Ancak önemli bir mesafe alındığını da kaydedelim.
Sorgulanmaya başlanmasıyla sorunun ilk aşaması da önemli ölçüde çözülmüş olur. Sonra daha ileri sistemler üzerinde konuşabiliriz. Mesela kendi jetini ürütemeyen yahut satın aldığı halde içeriğine müdahale edemeyen bir ülke, bu jetin radarlarla, yer istasyonlarıyla, uzak menzilli füzelerle elektronik haberleşmesini nasıl kontrol edebilir? Bırakın havada yakıt ikmalini, karşıdan gelen uçağın dost mu düşman mı olduğuna dahi kendinizce karar veremiyorsanız nasıl bağımsız olabilirsiniz?
Gelinen aşamayı küçümsemiyorum ama böyle bir ülkeyi kontrol etmek için çok komplike planlar hazırlamaya da gerek yok. Çünkü devlet adamlarımızın taktik alandan çıkıp stratejik seviyede planlar yürütebilmeleri için önce önyargı kalıplarını kırıp kendilerini yenilemesi lazım. Satış mağazası yönetmekle, fabrika kurup işletebilmek farklı şeylerdir. Uluslararası karar mekanizmalarında bulunmuyorsanız, üyesi bulunduğunuz ittifakın aldığı kararların bölgesel uygulayıcısı durumuna indirgenirsiniz.
Her dönem olumsuz gidişatı görenler oluyor. Fakat bugün de olduğu gibi ciddi bir hazırlık ve programla iktidara gelmediklerinden, sistemin çarkları altında ezilmek ile dişlilerinden biri olmak seçeneklerinden birini tercih etmek zorunda kalıyorlar. 27 Mayıs’ta darbe yapanların bir gün sonra NATO’ya bağlılık bildirmesi türünden akla zarar çelişkiler bundan kaynaklanıyor. Kabul etmek gerekir ki, İnönü’nün başarılı bir manevrayla Türkiye’yi çok partili hayata geçirmesi veya geçirmek zorunda kalmasından sonra başlayan demokrasi süreci sürdürülebilse, şimdiye kadar kurumları yerli yerine oturmuş, kendisini denetleyebilen, icraatları sorgulayabilen özgür bir devlet olabilirdik. Darbe ve demokrasi gelgitler yüzünden sorgulanması gereken birçok konu örtülü kaldı.
Önce iktidara gelelim, sonra memleketi düzeltiriz zihniyeti çok ucuz ve basit bir düşüncenin ürünüdür. Böyle işgüzarları memleket maalesef çok gördü. Kadrosu ve programı olmayan partiler ve kesimler yönetime geldiklerinde, akıbetleri sadece uluslar üstü güçlerin oyuncağı olmaktır. Bunun istisnası yoktur ve olamaz da. Ülkenin kredi geri ödemelerini yönetemeyeceksen, öz kaynakları israf etmeden bir kalkınma modeli geliştirmediysen, özetle kültürel açıdan olduğu kadar ekonomik ve stratejik noktalardan da hazır değilsen, nasıl bağımsız kalır ve kullanılmaktan korunabilirsin? Eğer bunların hakkından gelmeye başladıysan işte o zaman süper güçlerin hedefi olursun! Büyük oyun daha yeni başladı!

Yazarın Diğer Yazıları