"Nostradamus" olacaktım

Ata Ninem  namaz saatleri dışında bütün gün cumbada otururdu. Yanında mangal ve kamelotosu -İspirtolu ocak-  günde en az 20 kahve içerdi. Bu bölüm ayrı törendi. Mısır Çarşısı'ndan alınan çiğ-yeşil çekirdek kahveler önce delik tavada kavrulurdu. Sonra bakır el değirmeninde çekilirdi.. Bu bölüm en kötüsüydü. Bizim bakır mereti biraz fazla çevirsen parmak içleri su toplardı.. Bu yüzden kavrulmuş kahve kokusu yayılınca ağabeyim bir taraftan, ben öbür taraftan kaçardık. O ağır demir kapının açılma sesiyle Ata Ninem'in bağırtısı başlardı; "Siz para istemeye 
gelirsiniz!"
. Bu sonuçsuz kaçışın sonunda ihale yine bana kalırdı. Kızarmış ellerimle harçlığı kopartardım. Eğer Mehmet Efendi'den çekilmiş kahve alınsa bu kaçıp kovalamaca olmayacaktı. Hatta maliyet daha ucuza gelecekti. Kafkas Kadını Fatma Seher'in alışılmış sistemini bozmayı başaramadık.

Misafir gelse de gelmese de mutlaka fal bakılırdı. Her içişten sonra fincanlar ters çevrilip soğumaya alınırdı. "Neyse halim, çıksın falim" ile başlardı canlandırmalara. "Murat var murat"la açılış yapılırdı. Ata benzeyen kahve telvesi parmakla işaret edilirdi; "Kısmet var kısmet". "Çıkın" ya da "balık" benzeri tortular kaçırılmazdı. Ortaya çıkan kuşların cinsi önemliydi.. Telvenin açık veya koyu olması yorum farklılığı sağlardı. Anneannemin yanında dura dura bu konuda kültürümü hayli geliştirdim. Nedense bana hep "kötü şeyler" gözükürdü. Semtin bisikletçisi Mehmet Ağabey'e baktığım fal gerçekten felaketle bitti. Adamcağıza "Yakında öleceksin" deyiverdim. Bugün gibi hatırlıyorum fincanın içinde tabut gördüm. O da, "Hadi lan" deyip beni kovdu. Haftası olmadan haber geldi; "Mehmet Abi ölmüş...". Eyüp İslambey'de kamyonet ezmiş. "Felaket tellallığım" o meşum kehanete tanık  olanlar tarafından hızla yayıldı. Uğursuzluğa rağmen ısrarla fal baktırmak isteyenlerin sayısı arttı. Ata Ninem duruma el koydu. Emir verdi; "Sen bir daha fal bakmayacaksın. Hep kötü şeyler görüyorsun". Bu yüzden yıllar yılı elime fincan almadım. Ne olur ne olmaz diye kahve bile içmedim. Yankı Dergisi'nin Genel Yayın Müdürü iken bir zamanlar iyi kahve falı baktığımı ağzımdan kaçırdım. Halkla İlişkiler Müdüremiz Zeynep Gorbon -selam ve sevgiler- itirafımı yakaladı. Ona özel falcılığa döndüm. Yine fısıltı gazetesi yoluyla sönen yıldızım parladı. O dönemin ünlü mekanı Şamdan'da toplu seanslar yaptım. Bülent Ersoy'un falcısı Arzu benim yerimde olsa çoktan köşeydi. Ne para, ne hediye kabul ettim. Adımı duyan -halen bir holdingin patroniçesi- bana büyük paralar teklif etti. Zeynep de, "Burhan gel, her fala bir Cumhuriyet Altını al" diye bastırdı. Reddettim. Ne zaman ki bir sabah merhum Kemal Ilıcak karşıma oturup; "Söyle bakalım kahveyi..." deyince olayı sildim attım. Ancak şimdilerde birilerini fal bakarken görsem kafamı uzatırım. Fincanın içine bakmaya çalışırım. Fakat tek kelime etmem. Aklıma bisikletçi Mehmet Ağabey gelir.

Diğerleri

Yine Ata Ninem ile devam edeyim. Başka fallara da merakı  vardı. Su canlılarının kabuklarıyla baktığı Peçiç önemliydi. Onları karıştırıp önüne fırlatışı ritüeldi. Diğer gözdesi iskambil falıydı. Sıkça açardı. İlk sırası 7 kağıttan oluşan ve birer birer eksilterek aşağı ineni severdi. Genelde zor açıldığından sevmezdim. Arada bir baktığı Su Falı'nın ana unsuru kalaylı küçük bakraç, diğer malzemelerin yanından eksik olmazdı.

Mangaldaki kömürlerin yakılışında bir közün dik durması "Niyetin olacak" şeklinde yorumlanırdı. "Terlik ters döndü"ye "Eyvah!" çekerdik. Anlayacağınız hayatımın bir dönemi bunlarla geçti. Kendi adıma konuşursam, "Türkiye'nin Nostradamus"u olmanın eşiğinden döndüm. Tabiî köşeyi dönmenin de!..

***

En ünlü eski tüfek

Bir takım yabancılar ya da komünistler Türkiye'yi etkilemiştir. İlk iki sırayı Fidel Castro ve Che Guevara alır. Che, Kübadaki devrim sonrası verilen büyük unvanlara rağmen silahlı mücadelesini diğer ülkelere taşımayı tercih etti. Fidel ise 1 Ocak 1959'da yani yılbaşı günü devirdiği Batista'nın koltuğuna oturdu. Ağır sağlık sorunları yüzünden diktatörlüğünü kardeşi Raul'a devretmesi 2008'de oldu. Son dönemde ancak ayağa kalktığı dakikalarda haber olabildi. Benim anılarımda kalan ise Havana'nın perişan hali. Düşünün sokaklarında en genci 60 yaşında Amerikan arabaları dolaşıyordu. Bir de kırık camlı binalar vardı. Ben bu satırları yazdığımda eski tüfek solcularımızın neler karaladığını -Ertuğrul Özkök- tahmin edebiliyorum. "Kanser Aşısı'nı bile buldu" diyeceklerine bahse girebilirim. Gerçek olan, başarılı müzikleri... İkinci sınıf olanları bile O Ses Türkiye'de tur atlıyor. Gerisi hikaye. 1962'deki Küba'ya  Sovyet Füzeleri'ni yerleştirme krizini de unutmayalım. Bu soğuk savaşta az daha Türkiye perişan edilecekti.

Yazarın Diğer Yazıları