O cesaret farkını ne zaman göreceğiz?

Hukuk fakültelerimiz vardı, sayıları 80'den fazla... Ve binlerce hocaları... Türkiye'de anayasal rejim değişirken iyi-kötü çıt çıkaramadılar...

İlâhiyat fakültelerimiz vardı, 100'den fazla... Ve binlerce hocaları... Referandumda 'hayır' verecek olanlar şeytanlaştırılırken çıt çıkaramadılar...

Akademik dünyamız pek özgür!.. Ziraat fakültelerindeki hocalar 'kımıl zararlısı'yla ilgili konuşabiliyor da hukuk fakültelerindeki hocalar 'adalet zararlısı'yla ilgili pek konuşamıyor!.. Televizyonlarda bile hukuku konuşmak özel çalışan avukatlara veya emeklilere kalıyor genellikle...

Siyaset bilimi alanında kariyer yapan akademisyenler de sustular... 'Devletin partileşmesi'ni veya 'partinin devletleşmesi'ni televizyonlardan izlediler, UFO gören mâsum köylüler gibi...

Saygın istisnaları olmuş mudur? Elbette olmuştur da adı üzerinde 'istisna'dır işte...

Şam'da da hukuk fakültesi var, Pyonyang'da da... Tabii ki hocaları da... İşleri rejimi övmek olan, kendilerini iktidar sahibine karşı sorumlu hisseden ve sadece ona hizmet eden...

Bir fark olmalıydı değil mi, bir fark? Hukuktan, bilimden, hür düşünceden yana bir fark... Ülkede tarih yazıldı ve biz o farkı yeterince göremedik...

***

'Kuvvetler ayrılığı'nı savunmayan hukuk adamı!.. Bu işin din-iman meselesi  olmadığını dillendiremeyen, siyasî tercihi dolayısıyla insanların neredeyse 'din dışı' ilân edilmesine itiraz edemeyen ilâhiyatçı!.. Tek parti rejiminin nasıl olduğunu bilip de bugün konuşamayan siyaset bilimci!..

Dünyada üniversitelerin itibarı öğrenci sayısının çokluğuyla, mimarisiyle, hocalara verdiği maaşla, giydikleri cüppenin kalitesiyle, döner sermayesiyle, rektör veya dekanların odalarının genişliğiyle, binaların yüksekliğiyle değil ürettiği bilimle ölçülüyor...

Bir ülkenin silahlı kuvvetleri dünyanın en iyi ilk 10'u arasına giriyor, ekonomisi ilk 10'u hedefleme iddiasında ama üniversiteleri ilk 500'e zar zor isim sokuyor!..

***

Üniversiteleri diğer kurumlardan ayıran bir özellik olmalı... Buralarda kariyer yapan da yaptığı işin bir istihdam meselesi olmadığını, terfi, özlük hakları, protokoldeki yer, yurt dışı seyahat vs. gibi konulara odaklanmanın bilim adamı kimliğini zedeleyeceğini bilmeli... Bilim adamı kimliğinin, her türlü beklenti ve korkunun üzerinde saygın bir yeri olduğuna, bunu muhafaza etmenin erdemine inanmalı...

Muktedir siyasete lojistik sağlayan veya suskunluğuyla onay veren tarz, sadece ve sadece bilim adamı kimliğinin kemirilmesine yol açar... Siyaseti denetleyen, yol gösteren, mukayeseler sunan ve yanlış karşısında sesini yükselten bir alan olması gerekirken, üniversitelerin ülke mukadderatı üzerindeki bu silikliği kim izah edebilir? 

Üniversitelerden beklenen, tabii ki kendisini 'dördüncü kuvvet' yerine koymak, önceki baskı süreçlerinde yaşandığı gibi cüppelerini siyasete paspas etmek, muhalif parti gruplarında toplantılar yapmak, millî iradeye karşı hazımsız odakların refleksiyle militanlığa soyunmak değil...

Onlardan beklenen hakikati dillendirmesi ve kimden gelirse gelsin yanlış karşısında bilimin, hukukun ve hür düşüncenin sesleri olmaları... Korkmadan, cesaretle tartışmaya girmeleri...

***

Türkiye'de bir tarih değişti ve o tarih değişirken üniversitelerin sesi çıkmadı... Sanki değişen sadece sıradan bir kanundu da onlarca hukuk fakültesi dekanından birisi bile çıkıp Rousseau gibi "Yasama, yürütme yargı iç içe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir. Kuvvet kimdeyse o hâkimdir" diyemedi...

"Kaynanam düğünde takılan altınları istiyor. Vermesem caiz midir?" şeklindeki soruya cevap verirken pek mahir olan ilâhiyatçı, "Asr-ı Saadet'te nasıl Hristiyan ve Yahudilere yaşama hakkı verildiyse hayırcıların da yaşama hakkı olacak" diyen 'akıl hocası'nı yerin dibine sokacak haysiyeti gösteremedi...

***

Şaşırmamak gerekiyor... Lâyık olduğumuz gibi her şey... Ama 'kımıl zararlısı'yla mücadele eden akademik dünyada bir sıkıntı yok!..

Yazarın Diğer Yazıları