O hendekleri de silahları da 2 yıldır ev ev biliyorlardı...

O hendekleri de silahları da 2 yıldır ev ev biliyorlardı...
Şehitlerin sorumlusu kim?Havuz gazetesinde dün şöyle bir haber yayınlandı:

"Devletin istihbarat birimlerinin raporlarında yer alan bilgilere göre, hendek/barikat savaşı stratejisi, Kasım 2014'te Kandil'de yapılan PKK sözde Başkanlık Konseyi toplantısında belirlendi. Sabah'ın ulaştığı bu raporda, toplantıdan sonra konseyin, Çözüm Süreci henüz devam etmesine ve HDP parlamentoda olmasına rağmen ABD'nin desteği ve kışkırtmasıyla silaha sarılma kararı aldığı bilgisi yer alıyor."

 Haberde, hendek savaşı stratejisinin 2 yıl önce belirlendiği ve PKK yöneticilerinin bu nedenle hararetli bir tartışma yaşadıkları da anlatılıyor. Bu rapor yeni yazılmış değil. "Devletin istihbarat birimleri" diye tanımlananlar ya MİT olmalı, ya askeri istihbarat ya da polis istihbaratı. Yani bugün Türkiye'yi yöneten kadro, PKK'nın hendek stratejisiyle bazı kentlerde özyönetim ilanına kalkışacağını biliyordu. Hem de 2 yıl önceden! Ama hiçbir önlem almadılar!

 Zaten bunu söylemişlerdi de:

Valilere emir verdiler, valiler polisin ve askerin operasyon yapmasını engelledi ki çatışma çıkmasın, şehit haberleri gelmesin, barış süreci kesilmesin diye!

Bütün bu süreç içinde PKK'nın kentleri cephaneliğe çevirdiğini de biliyorlardı. Hendek işleri kızıştığında açıklamışlardı bunu: Bombaların, silahların nerede saklandığını sokak sokak, ev ev bildiklerini söylüyorlardı. Ama o zaman henüz seçimler olmamıştı ve "barış süreci"nin AKP'ye oy kaybettirdiği ortaya çıkmamıştı. Onun için sonunda ne olacağını bildikleri halde bütün bu silahlanmayı seyretmekle yetindiler. (...) Devletin istihbarat örgütleri bu geleceği söyledikleri halde kimin emriyle olayların böyle gelişmesine zemin hazırlandı? Kim, istihbarat raporlarını sümen altına itti? Bunca şehidin ve can kayıplarının, yanan yıkılan şehirlerin sorumlusu kim?

Mehmet Y. Yılmaz Hürriyet

 

*************

 

Bakan Bey için utanma vakti!

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, gaziler ve aileleri onuruna verdiği iftar yemeğinde bir konuşma yaptı. İsim vermedi ama muhatabı belliydi.

Milli Savunma Bakanı Fikri Işık, terör nedeniyle AKP eleştirilince partisini savunmak istemiş, fakat kaş yapayım derken göz çıkarmıştı!

Bakan'a göre, asker operasyon emri aldığı halde 'şehit veririm' endişesiyle operasyon yapmamış! Yani korkmuş!

Fikri Işık'ın haddini aşan bu sözleri doğal olarak tepkiyle karşılandı. Askerden şikâyet etmek Milli Savunma Bakanı'nın görevleri arasında mıdır?

Genelkurmay Başkanı iftar yemeğinde (isim belirtmeden) Bakan'a cevap verdi:

"Türk Silahlı Kuvvetleri dün de, bugün de kendisine verilen görevleri, yasalar çerçevesinde, büyük bir itina ile yerine getirmektedir ve getirmeye devam edecektir.

Vatan ve millet aşkıyla dolu olarak gözlerini kırpmadan her sabah şehit olabileceklerini düşünerek, kendilerine verilen görevi, vatanları için yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar."

Ee, Bakan Bey ne diyecek bu sözlere? Herhalde utanç içinde yutkunacaktır! Başka yapabileceği bir şey yok!

Rahmi Turan Sözcü

 

**************

 

 

Devletin malı deniz kafası

Devlet kesesinden ye Memed ye!..

Meclis Başkanı, bin kişilik iftar veriyor, kimin parasıyla?..

Kendi cebinden karşılıyorsa, hizmet eden garsonların ve diğer personelin paralarını da cepten veriyorsa mesele yok...

Ama paralar devletten, yani bu fukara halkın cebinden...

Halk bir çorba iki zeytinle iftar açarken, CHP hariç eski ve yeni tam bin vekil maşallah malı götürüyor... Sofralarda bir kuş sütü eksik...

Meclis Başkanı'nın gösterişi, fiyakası...

Asılları bir lokma bir hırkayla hayatını sürdürürken vekillerinin bir eli yağda bir eli balda...

Nasıl olsa para gani...

Devlet malı deniz, yemeyen keriz!..

Mehmet Türker Sözcü

 

************

 

Mecburi bağlanma

Televizyon izleyicilerinin en hoşlanmadığı şeylerin başında heyecanla, keyifle izledikleri bir programın "Reklam arası" denilerek zırt pırt kesilmesi gelir herhalde. Bu kesintilere son zamanlarda bir yenisi eklendi; Cumhurbaşkanı kesintisi!

Cumhurbaşkanı bir yerde konuşma mı yapmaya başladı? Konu ne, konuklar kim olursa olsun program hemen kesiliyor, ekrana Cumhurbaşkanı geliyor. Eğer yarıda kesilen program bir tartışma programı ise, konuklar stüdyoda Cumhurbaşkanı'nın konuşmasını bitirmesini beklemeye başlıyorlar. Bu eziyet dakikalarca sürüyor.

Önceki akşam CNN Türk'te Didem Arslan'ın yönettiği Türkiye'nin Gündemi programında da aynı şey yaşandı. AKP'den Metin Külünk, CHP'den Namık Havutça, MHP'den Oktay Öztürk başkanlık sistemini konuşuyorlardı ki... Kameralar bir anda Beştepe'ye döndü... Yaklaşık 20 dakika Cumhurbaşkanı'nın Beştepe'de büyükelçilere verdiği iftardaki konuşmasının bitmesini beklediler. Birkaç gün önce de aynı durum Avukat Turgut Kazan'ın katıldığı programda yaşanmış, programın tam ortasında kanal Cumhurbaşkanı'nın iftar konuşmasına bağlanmış, Turgut Kazan olayı protesto ederken şu yorumu yapmıştı:

- Dünyada hiçbir yayında böyle gariplik yaşanmaz. Maalesef bizde televizyonlar baskı altındadır ve yayıncılık ilkelerine uymadığını bile bile programları kesip Cumhurbaşkanı'na bağlanıyorlar...

Neyse ki Kazan'ın konuşması kesilmeden yayınlandı.

Melih Aşık Milliyet

 

***************

 

Aman bu öneriyi tekrar etmeyin

Herkes olan biteni görüyordur ama birisinin kral çıplak diye bağırması gerekir ya..

İstanbul Erkek Liseli gençlerin yaptığı tam da buydu..

Hem bildiri yayımladılar hem mezuniyet töreninde müdür konuşurken sırtlarını dönerek sessizce protesto ettiler..

Liselerdeki baskıya dikkat çektiler.. Nesil yetiştirme projesine tepki gösterdiler..

(...) Çiçeği burnunda Millî Eğitim Bakanı Yılmaz, öğrencilerin protestosuna kızmamış, protesto yöntemini eleştirmiş..

Müdüre sırt dönülmesini...

Demiş ki; 'Bir öğretmene sırt döneceğine, pankart ile 'sizinle aynı fikri paylaşmıyorum veya bu yaptığınız yanlıştır demek ' daha demokratik, geleneklerimize ve değerlerimize daha uygun olurdu.' 

Aman Bakanım, ne dediniz?

Ne yaptınız!..

Pankart açmak ha!..

Öğrencilerin okulda pankart açması en büyük suçlardan biridir.. Sadece disiplin suçu değil, terör suçudur..

Çok öğrencinin başı böyle derde girdi..

(...)  Sayın Bakanım, bir daha pankart işini önermeyin..

İnanın pankart açan öğrencileri siz bile kurtaramazsınız!..

Anında örgüt üyesi yapıp derdest ederler..

Mehmet Tezkan Milliyet

 

**************

 

Demokrasi böyle bir rejim değil

Bir ülkede eğer:

Kayıtlı seçmenlerin dörtte birinin, seçime katılanların üçte birinin oylarıyla, tek bir parti Meclis'te anayasayı değiştirebilecek üçte iki çoğunluk sağlayabiliyorsa...

Seçim sistemindeki yüzde on barajına takılan partilerin aldıkları toplam oy 13.5 milyon ile, üçte iki çoğunluğa erişen iktidar partisinin aldığı 10.8 milyon oydan çok daha fazla olduğu halde, Meclis'te temsil edilemiyorsa...

Siyaset, halka hizmet aracı olmaktan çıkıp, politikacıların ceplerini doldurma aracı olmuşsa...

Seçimlerden sonra, birtakım karanlık ilişki iddialarıyla, bazı muhalefet milletvekilleri, kendi ideoloji ve siyasetlerine yüzseksen derece ters olan iktidar partisine geçiyorsa...

Siyasal partiler, kaçakçıların, yağmacıların, vurguncuların, yolsuzluk sanıklarının sığınma yeri olmuşsa ve seçilenler, siyasetle ilgili olmayan dokunulmazlık zırhlarının ardında hiçbir kovuşturmaya uğramıyorlarsa...

Uyuşturucu kaçakçılığı sanıkları siyasal partiler aracılığı ile dokunulmazlık zırhına kavuşturuluyor, polisin gözaltına aldığı sanıkların yakınları bakanlık koltuğunda oturanlarla doğrudan telefon teması kurabiliyor, polis merkezleri, sanık yakınlarınca basılıp, sanıklar zor kullanılarak kaçırılabiliyorsa...

İktidarlar genelde, banka soyguncuları ile arazi yağmacıları ve fatura yolsuzlukları sanıkları arasında el değiştiriyorsa...

Arsa yağması devletin resmi politikası haline gelmişse, halka gecekondu yağmacılığı yemi verilirken, siyaset, büyük toprak ve sit alanı yağmalarının aracı olarak kullanılıyorsa...

Siyasal partilerin genel başkanları, bir kez seçildikten sonra bir daha yerlerinden kımıldatılamıyor, tam bir diktatör gibi, bütün başarısızlıklarına karşın, her türlü parti içi muhalefeti engelliyorlarsa...

(...)

Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu niteliği taşıyan temel hak ve özgürlükler, çoğunluğun dinsel ve siyasal tercihleri uğruna ve üstelik de "demokrasi adına", "halk ne eylerse güzel eyler" sloganı ile yok ediliyorsa...

Bağımsız yargı sistemi çeşitli olaylarla gölgelenmişse...

Medya, bir-iki istisna dışında tümüyle siyasal iktidara bağımlı hale getirilmişse...

O ülkede "Demokrasi var" diyebilir misiniz?

"Diyebilirim" diyen varsa buyursun, sütunum açık.

Bugünlere nasıl GETİRİLDİK diye soranlar için:

12 yıl önce yazdığım bir yazı!

Emre Kongar Cumhuriyet