Öldünüz de haberimiz mi yok?

Kerkük’te kelimenin tam anlamıyla bir Türkmen katliamı oluyor, dağlar taşlar feryat figan ediyor da, Dünya Lideri Erdoğan ve “Komşularla sıfır soruncu” Dışişleri Bakanı Davutoğlu’ndan tık çıkmıyor..
Hafızamızı yokladığımızda bugünlere nasıl geldiğimizi görüyor, fena şekilde sarsılıyoruz.
Talabani, “Kürtlerin Kerkük’e yerleştirilmeleri ve Arapların da eski yerleşim yerlerine gönderilmeleri konusunda Irak’taki ABD ve İngiliz Büyükelçilerinden yazılı güvence aldıklarını” açıkladığında, 2005’in Ocak ayı idi.
Talabani bu ifadeleri ile İsrail’den taşıdıkları Kürt Yahudiler ile başka bölgelerden getirttikleri Kürtlerin Kerkük’e yerleştirilmelerinin tamamlandığı ve bu ameliyenin ABD ve İngiltere tarafından da onaylandığını dünya kamuoyuna ilân eder gibi görünürken, aslında, Ankara’dakilere “Aklınızı başınıza alın, Kerkük’te Türk’ün değil Kürdün borusu öter, arkamızda ABD, İngiltere ve İsrail var” uyarısında bulunuyordu.
ABD Irak’a girer girmez zâten Barzani’nin ilk işi de Türkmenlere ait nüfus ve tapu dairelerini basmak ve tapu ve nüfus kayıtları ile ilgili bütün dokümanlara el koymak olmuştu.
Kerkük için beş aşamalı bir plânın devreye sokulduğu apaçık görülüyordu:
Bir: Resmi kayıtlardaki Türk izleri silinmesi.
İki: Kerkük’ün kimliği konusunda yapılacak bir oylamada Türk nüfusun geride kalması için İsrail ve başka ülkelerdeki Kürtlerin Kerkük’e yerleştirilmesi, Türk toprakları kamulaştırılarak iskân edilmeleri.
Üç: Devlet dairelerinden Türklerin tart edilmesi, kamunun Kürtleştirilmesi.
Dört: Türkmen liderlerin öldürülmesi, Türklerin başsız bırakılması.
Beş: ABD, İsrail, Avrupa Birliği ve PKK ile tehdit edilerek Ankara’nın Türkmenlere sahip çıkmasının engellenmesi...
Bütün bunlar olurken Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı da şimdi Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’den başkası değildi.
O günlerde Kerkük’te 27 devlet dairesi bulunuyordu. Bunlardan bir daire Araplara, bir daire Türklere, 25 daire de Kürtlere, “Al yönet” diye teslim edilmiş; Ankara bu adaletsiz taksime hiç ses çıkarmamıştı.
Daha sonra ne oldu biliyor musunuz?
Milli Eğitim Dairesi teslim edilen Kerkük Türkü İbrahim İbrâhim Tuzlu’ya, “Görevinden istifa et ve makamını bir Kürde teslim et” ikazı yapıldı. Yani Kerkük’ün asıl sahibi olan Türkmenlere bir daire bile çok görülüyordu. (PKK özerk olduğunda bölgede neler olacak, buradan anlayabilirsiniz) Tuzlu bunu elbette ki kabul etmedi. İkna için İbrahim Tuzlu’yu Bağdat’a çağırdılar. Bağdat’ta da makamını terk etmemekte direnen Tuzlu, Kerkük dönüşünde Talabani’nin adamları tarafından şehit edildi.
Irak’taki bölücü Kürtler gördüler ki, Kerkük Türkü’nün Allah’tan başka sahibi yok. O gün bugündür sürekli Türkmen katliamı yapılıyor, her hafta, her ay onlarca Türkmen çeşitli imha metotları ile şehit ediliyor.
Erdoğan hükümetinin müttefiki ise Barzani ve Talabani. Mısır’dlan’aki Mursi için tatilini yarıda kesen Erdoğan’ın, Suriye’nin içişlerine bodoslama dalmaktan çekinmeyen Erdoğan’ın, Kandil’deki Karayılan’ın, “Öcalan’la yaptığın mutabakat metnindeki taahhütlerini yerine getir, yoksa hepsini açıklarız” tehdidi karşısında dut yemiş bülbüle döne Erdoğan’ın Kerkük’teki Türkmen katliamları karşısında sesi soluğu çıkmıyor.
Niye?
Çünkü Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanlığı bunu gerektiriyor. Çünkü aynı Erdoğan, “İnşallah Büyük Ortadoğu Projesi gerçekleşir, Diyarbakır bu projenin yıldızı olur” duası yapan bir Erdoğan! Bu Proje’de Kerkük, Kerkük kalmıyor, “Kürdistan toprağı” oluyor.
Kurtuluş Savaşı’nın o zor şartları altında aynı torakları Misakı Milli sınırları dışında bıraktı diye Atatürk ve silah arkadaşlarını vatan haini ilan edenler, bugün, böylesine güçlü bir Türkiye varken aynı toprakları başka bir devlete gönül rızası ile zorla teslim eden şimdikiler için ne diyecekler acaba?

Yazarın Diğer Yazıları