Ömrü uzun kelebek

Neredeyse yirmi yıldan fazla oluyor. Tercüman’ın Dış Haberler Müdürü Zafer ağbinin (Atay) masasındaki kitaplardan birini o daha okumadan aceleye getirip elinden almıştım. Kitabın adı “Taçlı Yamyamlar: İran’da Baskı Üzerine Yazılar” dı. Yazarıysa ülkenin en önemli şairlerinden Rıza Barahani. Şairdi Barahani. ABD’de yaşıyordu İran vatandaşı olmasına karşın  “İranlı”  değil, Güney Azerbaycan Türk’üydü. Yazılarının sonuna  İngilizceye çevrilmiş şiirleri eklenmişti:
“İkiyüzlü Maske, Araz Nehri’ndeki görevimiz” adlı şiirinde, Kuzey ile Güney Azerbaycan’ı ikiye ayıran Araz’ın İran yakasından, kuzeydeki kardeşlerine sesleniyordu. İronik ve trajik bir hava içindedir şiir ve SAVAK’ın Araz nehrinde boğarak öldürdüğü Şair Samed Behrengi ile o sırada hapiste olan Mustafa Cemiloğlu’na adanmıştır. Beraheni, bir Sovyet rejim muhalifinin Kuzey Azerbaycan’dan gelen yakarışlarına, fısıltılarına fısıltıyla değil, bağırarak cevap vermektedir:
/Sorarım sana/Nereye gideceğim ben yoldaş?/Türkistan’da öldürdüler beni 1935’te/İkinci kez Gürcüstan’da 1952’de/Üçüncü kez Tebriz’de 1945/ve dördüncü kez Tahran’da 1953’de/Nerede karşılaşıp buluşur ki kemiklerimiz/Bileklerimizdeki prangalar fısıldaşırlar karşılıklı ne zaman?/
Beraheni’yi Türk okurları onun iki yıl önce Dünya Yayınları arasında çıkan Kelebeklere adlı şiir kitabıyla sınırlı biçimde tanıma olanağı buldular. Berahani, ana dili Azeri Türkçesi’nde değil Farsça yazıyor şiirlerini. Gerçekten de Türk Azeri şiirinin modernist büyük bir ustasıyla karşı karşıya bulunduğumuzu zorla gösteriyor bizlere. Beraheni Şahın devrildiği İslam devriminden sonra tekrar İran’a dönmüş ancak 1996 yılına kadar, hapsedilip üniversitedeki görevlerinden de kovulunca aynı yıl öldürülme korkusuyla yeniden terketmiş İran’ı.

1953 yılında Tebriz’de yoksul bir Azeri ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen şairi Şeyh Muhammed Hıyabani’nin dava arkadaşı Ali Bademci okutmuş. İkinci Dünya Savaşında Azeri Türkleri’nin kurdukları Peşavari önderliğindeki bağımsız Güney Azerbaycan cumhuriyetinin başlattığı anadilde eğitim seferberliği sayesinde Türkçe’yi öğrenmiş Beraheni.
Bir yıl sonra Azeri devletiyle birlikte umutların da yıkılması onu kendi sözleriyle “Farsçayı öğrenmeye ve hakim dile hakim olmaya itmiş.”

“Makus Destan” şiirinde, Fars ırkçısı Pehlevi diktatörlüğünün Türkler’e yönelik ağır baskı ve eziyetlerini, Türkçe’nin ders kitaplarından çıkarılıp konuşulması ve yazılmasını yasaklamasını tarihsel bir destan tadında anlatıyor:

/Rüzgar kuduz mikrobu gibi caddelerde dönüyordu/Ve şahı şahbanuyu karargahına getiriyordu/İki koca akbabaydılar ki bulmuşlar leşlerini/Meydanın köpekleri adımlarını askeri marşa göre düzenliyordu/Kudurmuş kediler köpürüyordu/Babam ellerini göğe kaldırmış/Dua okuyordu/Annemse çadrasını bir köşeye fırlatmış/Türkçe birşeyler söylüyordu/Anlaşılmıyordu fakat sanki eski bir dilin bulmuştu çivi harflerini/Ve yalnızca çığlıkla bildirebilirdi/Çadrasının örtmüştü ama annem ve şahla şahbanunun geçeceği yolda artık Türkçe dileniyordu/

Kendi milletine diline yapılan baskılar katliamlar ve Türkçe’nin yasaklanması karşısında zorunlu olarak. Fars ırkçılarını, onların anadilinde yazarak protesto eden; trajik ile komik, humorla dehşet sanatı arasında insanın yıkımı ve yücelişini işleyen Beraheni bence Türk dünyasının yirminci yüzyılda yetiştirdiği en büyük şairler arasında yer almayı bileğinin hakkıyla hak kazanıyor.
Böylesi hapisler, sürgünler, katliam dönemleri ve firarlarla olağanüstü bir yaşam süren şair gerçekten de şiirlerindeki kelebeğe benziyor ama bir farkla; kelebeğin ömrü bir gün bile değildir, oysa Beraheni ömrünü uzatabilmiş kelebeğin sanatıyla o hayatın bedelini ödeyerek nasıl uzun yıllar kanat çırpabileceğini kanıtlıyor bize. Büyük Şehriyar’ın diyarından ve soydaşımız Rıza Beraheni’yi Batılılardan daha iyi  tanımamız ve okumamız gerekiyor:

“Dedem, Dedem Dede Korkut/Dedik dedik hamımız/Ve elele elele elele verdik/Ve yolların hamısını bağladık/Bin yıl/Hamımız kan ağladık/Bin yıl helem/Hele/Heh/he/Men/

Yazarın Diğer Yazıları