Ortaylı: "Üniversitelerin bölünmesi hata getirir"

Ortaylı: "Üniversitelerin bölünmesi hata getirir"
Üniversitelerin bölünmesi tasarısına tepki gösteren Tarihçi-yazar İlber Ortaylı, "Bugün yapılan şey daha vahim bir hata getirir" dedi.

Tarihçi-yazar İlber Ortaylı, üniversitelerin bölünme tasarısına tepkili. Üniversitenin anane ve etiket demek olduğunu savunan Ortaylı, "Çok fazla büyüyen İstanbul Üniversitesi’nin bölünmesi gerekiyorsa bile bir büyük çatının altında özel kanunla bölünmesi gerekir" dedi.

Hürriyet'te "Üniversite anane ve etiket demektir" başlığıyla (6 Mayıs 2018) bir yazı kaleme alan Ortaylı, "İstanbul Üniversitesi arkasında üniversite olarak kurulmadan çok öncesini taşıyan bir manevi mirasla ve büyük olaylarla bugüne kadar geldi" diye yazdı. Tarihçi yazısına şöyle devam etti:

1900 senesinde İstanbul Dârülfünûnu kuruldu. Dârülfünûn-ı Osmani; tıp, edebiyat, fen, hukuk mektebi gibi bölümlerden oluşuyordu. Burada bir Dârülfünûnu Emini (rektörü) vardı. Dârülfünûn profesörlerine müderris deniyordu; muavinleri de doçentin karşılığıydı. Anane sadece isimlerde değil, yapıda da görülüyor. Mesela Ziya Gökalp Bey edebiyat bölümüne Yahya Bey’i (Kemal Beyatlı) tayin etti. Bu doçentin, yüksek tahsil diploması yoktu. Ancak Fransızcası mükemmeldi, edebiyat bilgisi mükemmeldi, tarih ve siyasetle ilgili yazıları mükemmeldi. Genç dâhi Fuad Köprülü de aynı şekilde Dârülfünûn’a alındı. Köprülü eserleriyle tanınıyordu. Türk tarihçiliğine Durkheim’cı bir sosyoloji görüşü de onun sayesinde girdi. Aynı zamanda tarih ve edebiyat kaynaklarının değerlendirilmesinde isabetli görüşleri vardı, nesilleri etkiledi. Çok çocuk yaştan beri tarihi edebi metinleri okuyan, yazmalara inen bir garip gençti. II. Meşrutiyet devri vakayiname, lügat ve edebi metinler bakımından başka hiçbir devirde görülmeyecek kadar çarpıcı tarihi kaynakların gün yüzüne çıkarıldığı ve kullanıldığı bir devirdir. Türklerin milliyetçilik düşüncesi mi bu kaynakları açığa çıkarıyordu, yoksa bu kaynaklar Türklerin milliyetçiliğini mi yaratıyordu, tartışılır. Dârülfünûn zaten var olan tıp, hukuk gibi dalları toparladı. Bazıları yine de üniversitenin dışında kaldılar.

DÜNYANIN EN GÜÇLÜ ORİJİNAL ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ

1933 reformunda ise üniversitede değil de müzenin içinde faaliyet gösteren arkeoloji bilim dalı (sadece asistanların müdür Osman Hamdi tarafından eğitildiği) belki de dünyanın en güçlü orijinal arkeoloji bölümlerinden biri üniversiteye dahil oldu. Hitler’in önünden kaçanlar İstanbul ve Ankara’da iki tane orijinal bölümün bu üniversiteye ve Türk irfanına kazandırılmasında yardımcı oldular. Tıp mektepleri Türkiye irfanının ve fenninin yeni gördüğü kurumlar değildi. Ta II. Viyana Kuşatması’ndan beri Avrupa’nın ulaştığı askerlik ve fenni sayesinde tıp ve baytarlık gibi dallarda yarışmak ve de mühendisliğin süratle reforma edilmesi, ordunun modernleşmesi için okullaşması gereği hiç tartışılmadı.

Osmanlı İmparatorluğu 18. asırdan beri mühendis yetiştiren, modern tabip ve cerrah yetiştiren, baytar ve eczacı yetiştiren bir ülke haline gelmiştir. Tıp eğitimi ve tabiplerin duruşu fevkalade istisnai ve saygıdeğerdir. Ordunun baytar, veteriner ve hekimleri arasında çağdaş tıbbın uygulamasına yaklaşanlar, bazı metotlar bulan ve geliştirenler, bazı icatları olanlar vardır. Bunların hepsini burada yazmak mümkün değil. Nitekim 1933 reformunda gelen Almanlarla en çok çatışan ve rekabete girenler hekim hocalardı. 1933 reform komisyonunda bulunan Fuad Köprülü ise Türkoloji Bölümü’ne Hellmut Ritter ve Karl Süssheim’in dışında pek bir adam uğratmamıştır. Mesela pek uğratılmayanlar Andreas Tietze, Robert Anhegger ve Almanya’da Piri Reis üzerine çalışmalar yapan profesör Paul Kahle’nin yanında, Osmanlı eyalet idaresi üzerine mümtaz bir talebe olarak doktora yapan, İstanbulluların Fransız kültürüyle tanıdığı Mehmet Ali Haşmet Kırca (merhum Coşkun Kırca’nın babasıydı) idi.

İstanbul Üniversitesi arkasında üniversite olarak kurulmadan çok öncesini taşıyan bir manevi mirasla ve büyük olaylarla bugüne kadar geldi. Hatırladığım kadarıyla hukukçu çevrelerin ve bazı diğer çevrelerin tasvip etmediği iki tıp fakültesi ortaya çıktı. Keşke 1960’larda yapılan bu ikinci fakülte operasyonu ile bir ikinci devlet üniversitesi kurulma yoluna gidilseydi.

Bugün yapılan şey ise daha vahim bir hata getirecek durumdur. Çok fazla büyüyen İstanbul Üniversitesi’nin bölünmesi gerekiyorsa bile bir büyük çatının altında özel kanunla Paris Üniversitesi (Université de Paris) gibi bölünmesi gerekir. Yani Paris Üniversitesi 1, Paris Üniversitesi 2, Paris Üniversitesi 3 gibi İstanbul Üniversitesi 1, İstanbul Üniversitesi 2, İstanbul Üniversitesi 3 şeklinde bölünme gerçekleştirilir. Bölünmelerde sağlık bilimleri, doğa bilimleri, mühendislik bilimleri, sosyal bilimler, tarih ve filoloji ekseni etrafında aynı üniversitenin mensubu olarak ayrı ayrı külliyeler haline dönüştürülebilir. Böylelikle bu camia, bu isim ve bu anane parçalanmamış olur.

Bir örnek daha isterseniz Londra Üniversitesi gösterilebilir. Kocaman Imperial College London mühendislik bilimlerini birleştirten yarı özerk bir Londra Üniversitesi üyesidir. Onun yanı başında SOAS (School of Oriental and African Studies) hem dilleri hem de sosyal bilimleri içeren bir fakültedir. London School of Economics and Political Science (LSE) böyle ayrı bir bölümdür, üniversitenin çatısı altındadır ve bu böyle gider. Öğrencilerin hepsi de Londra Üniversitesi’nin mezunlarıdır.

İlgili Haberler