Öyle kıyaslama olmaz

Sanki toplumsal cinnete doğru sürükleniyoruz. Bilemediğimiz bir sosyal güç bizi kendine doğru çekiyor gibi. Adamlar, adı üstünde “güvenlik yasası” çıkardıklarını söylüyorlar, ortam o kadar güvensiz ki aritmetik çoğunluk, neredeyse sayıca az olanı bir kaşık suda boğacak...
Kadın cinayetleri dersen bir başka trajedi.
Kartopu yüzünden bile insanlar öldürülüyor...
Tahammül yok... Hoşgörü kayıp...
Bize ne oluyor?
Yüksek sesle sormamız gereken ve nedenini bilimsel yöntemlerle araştırıp sonucunu anlamamız gereken büyük soru bu. 
Bize ne oluyor?
Kadına yönelik şiddet ile siyasal şiddetin mantığına bakın. İkisi de aynı: İnsanlar, güç kullanarak ötekileri baskılamak ve kendi dediklerini, kendi dışındakilere kabul ettirmek istiyor. Hem kitleler, hem toplum ve yer yer de bireyler kendi dışındakilerin isteklerini tartışmasız kabule zorlanıyor.
Söyler misiniz; “güvenlik yasası” neden güvensiz bir ortamda çıkıyor? Ve neden bir dayatmacı anlayışla Meclis’ten geçirilmek isteniyor? Sonuçta bu toplumsal adalet ve iyilik için yapılan bir yasa değil mi? Eğer öyle ise ve herkesi ilgilendiriyorsa, niçin herkesin görüşüne rıza gösterilmiyor?
Zorbalık, dayatma, kinle beslenen, öfkeyle çıkarılmaya çalışılan bir yasa,  “ortak iyiyi”  amaçlamıyor demektir. Eğer  “ortak iyiye, ortak doğruya” ve “ortak güzele” hiçbir gönderme yapmıyorsa, böyle bir yasa, ahlaki değildir. Ahlaki olmayan hukuk, toplumsal adalete değil, saraydakilerin ve yönetenlerin çıkarlarına hizmet eder.
MÖ. 384’te doğan büyük filozof Aristo, ahlakı erdem üzerinden açıklamıştı. Erdem de karakterle ilgiliydi. Erdemin en önemli özelliği ölçülülüktü. Ölçülülük de orta yoldu. Aşırıya gitmemek demekti. İslam filozofları da Aristo’dan hareketle “orta yolu” yani ölçülülüğü Kur’an’la ilişkilendirerek savundular. 
Meclis’e baktığımızda, saray siyasetini gözlediğimizde, toplumsal olaylara, muhalefete, insana, canlıya, hatta bitkilere, ağaçlara yaklaşıma baktığımızda hep aşırılık görmüyor muyuz? İktidardakiler en başından beri şiddet kültüründen besleniyor. Ormanları kesip biçiyorlar, Ergenekon adı altında insanların haksızca tutuklanmasına sebep oluyorlar. Toplumsal olayları önlerken bile insanların ölümüne sebep oluyorlar. Şimdi aynı mazeretle herkesin sesini duymak istemiyorlar. İtirazları yok sayıyorlar. Gene şiddet kullanıyorlar. Bastırıyorlar. Meclis’teki kürsünün çanını, tokmağını fırlatıyorlar. Bu öfke ne için?
Bakıyorum Davutoğlu, İngiltere, Almanya, Fransa ve İspanya gibi ülkelerin polis gözaltı sürelerini örnek olarak veriyor. Kendileriyle kıyaslıyor...
Ne büyük çelişki...
“Niye çelişki”  diyeceksiniz?
Söyleyeyim: Birincisi, Davutoğlu’nun saydığı bütün Avrupa devletlerinde rejim kavgası yoktur. Herkes laik, demokratik liberal sistemi kabul etmiştir. Solcusu, muhafazakârı herkes için bu böyledir. İkincisi, Avrupalılar, kanun yaparken muhalefeti döverek kanun yapmazlar. Büyük filozof ve düşünürlerin kuramına uyarlar. Üçüncüsü, Avrupa’nın bütün ülkelerinde insan hakları, en yüksek düzeyde uygulanır. Vatandaşlar arasında ayrımcılık yapılmaz. Dördüncüsü, Avrupa ülkelerinde siyasal iktidarlar devleti ele geçirmeye çalışmazlar. Beşincisi, tüm kurumlar kanunda yazılı amaçlara göre çalışır ve denetlenebilirlik, hesap verebilirlik en büyük değerdir. Böyle bir ülkede polis, aldığı yetkiyi iktidarın çıkarına göre değil, kesinlikle yasanın amacına göre kullanacaktır. Öyle ise Davutoğlu’nun kıyaslaması boş sözdür. Çünkü Türkiye’de böyle bir hükümet yok. Ülkeyi gererek, bölerek, ayrıştırarak yönetmek isteyen bir hükümet var. Çok daha vahimi, başta hükümetin ve onun dayanağı olan partinin amacı, rejimi değiştirmektir. Bırakın vatandaşı, rejim bile tehlikedeyken, siz hangi hakla kendinizi Avrupa ile kıyaslıyorsunuz?

Yazarın Diğer Yazıları