Öz değerlerini satmayana ekmek yok

Öz değerlerini satmayana ekmek yok
Öz değerlerini satmayana ekmek yok

Soykırım tasarısını Alman parlamentosunda en büyük coşkuyla savunanların başında Yeşiller Eşbaşkanı Cem Özdemir geliyor.

Nedir bu arkadaşı Türk halkını ve tarihini mahkûm etmek için böylesine gayrete sevk eden etkenler...

Selami Kılıç'ın "Ermeni Sorunu ve Almanya" adlı kitabından birkaç satır aktaralım:

"Almanya'da egemen söyleme itiraz, karar mekanizmalarında yer edinilmesini imkânsız kılmaktadır. Soykırım tezini sorgulayan bir Türk'ün ne medyada, ne politikada, ne de akademi çevrelerinde iş bulması mümkündür..."

Prof. Hakkı Keskin bu çarka girmediği için Almanya'da siyasi hayattan uzaklaşmak zorunda kaldı.

Öz değerlerini satmayana ekmek yok, satana ödül var oralarda...

Melih Aşık Milliyet

 

 

*

 

Çevir kazı yanmasın

Bu zat Başbakan Yardımcısı ve aynı zamanda hükümet sözcüsü...

Adının önünde "Prof." unvanı var...

Geçmişte parti kurmuş, genel başkanlığını yapmış...

Açık seçik diyor ki: "Yargı kurum ve kuruluşları nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en üst makamı olan Cumhurbaşkanlığına bağlıdır"

Ortalık ayağa kalkınca da çevir kazı yanmasın yapıyor...

"Benim gibi adama" diyor, "Türkiye'de yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı ve özellikle yargı bağımsızlığının demokrasinin en temel koşullarından birisi olduğunu bilen birinin böyle bir şey söylemiş gibi gösterilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum."

Eyvah ki eyvah!..

Kim neyi, nasıl göstermiş?..

Ne yapmamız gerekirdi, "Cık, öyle dememiştir, onun gibi adam böyle bir laf etmez" mi demeliydik?..

Kaz çoktan yandı, çevirmesi nafile!..

Mehmet Türker Sözcü

 

 

*

 

Suriye'de iflas bayrağı

(...) Ankara'nın korktuğu başına geliyor.. ABD, Kuzey Irak modelini Suriye'de de uygulamaya koydu.. Yakında Kuzey Suriye demeye de başlarız..

Belli ki Suriyeli Kürtler IŞİD'le savaş karşılığında özerklik sözü almış!..

Ankara o kadar telaşta ki Suriye'nin toprak bütünlüğünü korumak adına artık Esad'a bile razı..

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş bakın ne demiş:

'Türkiye Rusya ile tam anlaşmasa da Türkiye, Rusya ve İran'ın oluşturacağı güç birliği Suriye'nin bölünmesi planını engelleyebilir.

Bu durumda Esed'le ilgili itirazlarımızı sürdüreceğiz ama görünen o ki Suriye'nin bölünmemesi daha önce geliyor.'

Bu sözler dört yıldır izlenen politikanın iflas bayrağı değil mi?

Esad'la olmaz, Esad'la olmaz diyen Ankara yelkenleri indirdi...

Mehmet Tezkan Milliyet

 

*

 

Yüksek yargı ne alemde?

Erdoğan, Uganda, Kenya ve Somali'yi kapsayan Afrika gezisine çıkmadan önce İzmir'de düzenlediği basın toplantısında:

"Ben siyasi parti genel başkanı değilim. Yüzde 52 oy alarak seçilmiş bir cumhurbaşkanıyım. Yargı organının da, yürütmenin de, yasamanın da cumhurbaşkanıyım. Bunlara alışmadılar ama alışacaklar!" dedi.

Neden söyledi bunları?

Cumhurbaşkanının Yargıtay, Danıştay, Sayıştay Başkanlarını yurt gezilerine yanında götürmesi sert bir biçimde topa tutuldu ya... Bu eleştirilere cevap verdi ve yüksek yargı başkanlarını savundu!

Erdoğan, seçilmiş cumhurbaşkanı ama tarafsız değil. Siyasi parti başkanı gibi davranıyor, AKP ile bağını kesmediğini açık açık anlatıyor, AKP'nin iç işlerine karıştığını da saklamıyor.

Ee...

Öyleyse, yüksek yargının siyasetle bu kadar içli dışlı olan bir cumhurbaşkanının yanında ne işi var?

Erdoğan, 2 bin dolayında vatandaş ve bir yığın gazeteci ile mahkemelik. Bu davalar Yargıtay'ın önüne geldiği vakit Yargıtay Başkanı'nın tarafsız ve âdil bir karar vereceğine kim inanacak?

Bir ülkede yargı siyasetin emrine girerse o ülke batar!

Rahmi Turan Sözcü

 

 

*

 

Niteliksiz çoğunluğa muhtaç

Türkiye'nin geleceğe yönelik çok iyi yetişkin üretici güçlerinin nüfusu, sandıktan nitelikli çoğunluk çıkartamıyor. Bu nitelikli güçler, iktidara hem de ne karşı!

İnsanları "oy", kadınları "doğum makinesi", toplam nüfusu "sandık", sandığı "iktidar", iktidarı "çoğunluk diktası", çoğunluk diktasını "yasadışılık, anayasasızlık, mutlaklık" olarak gören bir anlayışın ülkede gideceği fazla yol, varabileceği "menzil" yoktur.

Bu nedenle fazla bağırıp çağırmaya gerek yok, hem toplum doğumda normalleşecek hem de o umut bağlanan "çoğunluğa" da güvenmeyin.

Neler battı, yandı bitti kül oldu o sandık içinde!

Orhan Bursalı Cumhuriyet

 

*

 

Devletin altındaki halı çekilmek üzere

...Medya büyük oranda tahakküm altında. Alışmasak da neye alışmadığımızı, neden alışmadığımızı pek duyan olacak gibi değil. Zamanında akıl almaz, hukuk devletiyle bağdaşmaz, demokrasilerde kabul edilemez diye düşünülen çok şey zamanla normali oluşturmaya başlamadı mı?

Hukuk devleti ve anayasa bozuk bir ampul gibi. Bir yanıyor, bir sönüyor. Giderek de sönük kaldığı süre ışık verdiğine göre azalıyor.

Adı üzerinde "fiili bir durum" var. Haliyle bu fiili duruma uymayan anayasa ve hukuk devleti askıda.

Anayasa ve ceza hukuku ile başlayan hukuksuzlaşma giderek hukukun diğer alanlarına da yayılıyor. Hukuki güvenlik ilkesi kayıp. Dolayısıyla geleceği öngörebilme ihtimali sınırlı. Bugün bu hukuksuzluğun sadece siyasi meselelerle sınırlı kalacağını düşünenler varsa, büyük bir yanılgı içindeler demektir.

Siyaset sadece demeç ve hamasetten ibaret bir kör dövüşü değil. Siyasi gücün tek odakta yoğunlaşması elbette sermayenin de aynı şekilde tek elde toplanmasına yol açar. Ticari meseleler de gayet siyasidir ve hukuki güvensizliğin o alana yayılması kaçınılmaz.

(...) İktidar çevreleri bu manzarayı "Yeni Türkiye"nin mecburi doğum sancıları diye değerlendiriyor olabilir. Ancak manzara fena halde bir "anarşi ve kaos" manzarasına benzemektedir.

Hukuk devleti ilkesi ortadan kaybolunca işlerin nereye gideceği kestirilemez zira kestirmek için gerekli kurallar da kaybolmuş demektir.

Alışacak mıyız? Bilmiyorum.

Tek bildiğim fiili durumun ilelebet sürdürülebilir olmadığı. "Güçlü devlet" fetişi olan bir siyasi hareket devletin altından halıyı çekmek üzere.

Adalet ve dolayısıyla toplumsal sözleşmenin ifadesi olan anayasa, mülkün yani devletin temelidir. O temel bugün bile isteye çürütülmekte.

Emre Kongar Cumhuriyet

 

 

*

 

"Ama hangi pilot" diye sormadılar

Erdoğan, Uganda'ya giderken gazetecilere kısa bir konuşma yaptı.

Üç önemli konuda açıklamalar yaptı.

Birincisi Almanya'da yarın yapılacak Ermeni soykırımı yasasının geçmemesi için Merkel'le yaptığı görüşmeyi söyledi.

İkincisi İsrail ile yakınlaşmanın son aşamaya geldiğini söyledi.

Üçüncüsü ise "Bir pilotun hatası yüzünden Rusya'nın koca Türkiye'yi gözden çıkarmaması gerektiğini" belirtti.

Erdoğan "pilotun hatası" dedi ama hangi pilotu kastettiğini söylemedi.

Ne gariptir ki Erdoğan'ı "sarayın izniyle" izleyen gazeteciler "Sayın cumhurbaşkanı hangi pilot hata yaptı?" diye sormadı.

Tabii "sormadı" yanlış olur. "Soramadı" doğrusudur. Çünkü iktidarı izleyenler sadece daha önceden verilen soruları sorabilirler. Bu kuralın dışına çıkanlar işten de atılıyorlar çünkü.

Tanıdığım "sıkı AKP'ci yandaşlara" sordum, onlar "Anlaşılmayacak ne var, Sayın Cumhurbaşkanımız elbette Türk pilotu kastediyor" dediler.

Ancak Erdoğan havadayken saraydan "kastedilen hatalı pilot Rus" bilgisi fısıldandı...

Can Ataklı Korkusuz

 

 

*

 

Muhaliflerin ihracı Bahçeli'nin iflası olur

(...) Bahçeli çıktı ve "MHP'de kim adaysa, şahsen benimle yarışacaktır" dedi, açıkça meydan okudu.

Bunun üstüne ihraç manevrasına yeltenmek "İsteyen herkesle güreşe hazırım ama yağlı rakip istemem" demektir ki, bu da geleneklerimizde olmayan bir şeydir.

Delege, "Öyle yağma yok" diyecektir, göreceksiniz.

Tam 19 yıl seni genel başkan yapan delege yeni bir kurultay istiyor madem, parti tüzüğüne uygun olarak bu kurultayda adaylık vasfı taşıyan her MHP'li de aday olma hakkını kullanabilmelidir, doğrusu budur.

Süleyman Demirel gibi "Kışın Bulgaristan'dan biz elektrik alıyoruz, yazın da Bulgaristan bize elektrik satıyor" manevralarıyla bazı dengesizliklerin üstünü örtmeye çalışmak, gerçeği değiştiremez sadece erteler.

(...) Herkes şahittir ki, yürüyen Türkiye'nin yoluna taş koymak isteyenlere karşı mücadeleyle geçti, Ülkücülerin ömrü.

Bugün, MHP'ye genel başkan olmak isteyen adayları, Selahattin Demirtaş'a benzetmek de neyin nesi oluyor, anlamadım ki!

En hafifinden, ayıptır yahu!...

Faruk Aksoy Yeni Şafak

 

*

 

Feda

Aradan bu kadar gün geçti, Kılıçdaroğlu'nun aklı hâlâ Davutoğlu'nda...

Yüz keredir soruyor:

-Sana oy veren 24 milyon seçmeni, yüzüstü bırakıp da nasıl gittin?

Haklı...? Çok haklı.

Kendisi 12 milyon seçmeni bırakıp gitti mi?

Asla.

Ya Bahçeli?.. 6 milyon seçmene bile kıyamadı. Bırakıp gitmiyor.

Kılıçdaroğlu'nun ve Bahçeli'nin katlandığı bu büyük fedakârlığa bakarak, Davutoğlu biraz mahçubiyet duymalıdır.

Ve Akdoğan...

Yeni kabinede Yalçın Akdoğan yok ama Basın Tarihi'ne çoktan geçti.

30 yıllık, 40 yıllık, 50 yıllık yazarlar, hiçbir taşı yerinden oynatamazken, o, "Milli Ordumuza kumpas kuruldu" diyerek tek cümleyle ülkedeki bütün nehirleri terse akıtabilmiştir.

Daha ne olsun?

Rauf Tamer Posta

 

*

latif.jpg

Latif Demirci Hürriyet