Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Enes İSLAMOĞULLARI

Enes İSLAMOĞULLARI

Paramız yoksa da haysiyetimiz vardı...

Çok mu mutsuzduk o günlerde? Duble yollarımızın olmadığı günlerden bahsediyorum... Bilmem kaç tane hastane, bilmem kaç tane üniversite, bilmem kaç tane paralel devletimiz olmadığı günlerden...
“One minute” raconuyla Davos’u fethetmediğimiz ama aynı zamanda Mavi Marmara’da dokuz insanımızın canı üzerine tazminat pazarlığı yapmadığımız zamanlardan...
Henüz askerimizin başına çuval geçirilmediği, terörist başının devletle pazarlık yapmaya cesâret edemediği günler vardı ya...
Altı sıfırı daha vardı paranın hani, ama  “hırsız” yazmıyordu banknotların arkasına insanlar...
Pisliğin bu denli ortalığa saçılmadığı, siyasetçilerin ağzından küfür ve hakâret duymaya alışmadığımız günlerden...
Başörtülü bacılara ve altı aylık bebeklerine belden üzerileri çıplak, deri eldivenli, kamerada görünmeyen 80-100 kişinin saldırmadığı zamanlar benim söylediğim zamanlar...
Montaj olmayan zamanlardan bahsediyorum size, gerçek olanlardan!
Başbakanın önüne yazar kasa atıldığı günler vardı...
Başbakanın kefenle karşılanmadığı günler...
“Bu yıl yedi vatan evlâdını toprağa verdik” diyorduk. Terör örgütünün son demlerini yaşadığını, Türkiye’nin artık terör belâsından kurtulacağını görüyorduk. Evlere şehit cenâzeleri gelmeyeceğine inanıyorduk...
Şehre inmemişti henüz eşkıyâ, meclise girmemişti, pazarlık masasına oturmamıştı ya hani devlet terör örgütüyle, terör örgütüyle muhatap olmamıştı... Bizzat MİT tarafından Oslo’da pazarlık masalarına yatırılmamıştı devletin hükümranlığı...
Türkiye’nin başka bir ülkedeki iç savaşa ateş taşımadığı, sınır illerimizde bombalar patlamadığı, ölen inanları ‘alevi’ ve ‘sünni’ diye ayırmadığımız günlerden...
Çok mu kötüydü o günler?
Ayak ayak üstüne atamıyordu Ecevit Amerikan başkanı karşısında, Renault Station marka arabayla gidip geliyordu evine, Devlet Bahçeli edebinden ve devlet terbiyesinden Ecevit’in yanında sigara içmiyordu...
Başbakan çocuğunun devletin Dışişleri Bakanının damadına “namussuz” diyemediği günler de yaşadı bu ülke elbet...
Sınırları cetvelle çizilmiş Ortadoğu devletlerinde duymuşluğumuz vardı da Prenslerin yaşadığı lüksten, Türk devletinde çocukların iş takibi yaptığına, rüşvete aracılık ettiğine, ada satın almak için girişimde bulunduğuna hiç şahit olmamıştık...
Güzel günlerimiz vardı bizim, “hain” diye yaftalanmıyordu herkes bir diğeri tarafından,  “ayyaş” diye, “ateist” diye aşağılanmıyordu, patlamada ölen vatandaşlarımız için “ölenlerin hepsi sünniydi” denmiyordu bizzat Başbakanlar tarafından, aynı düşünmesek de, aynı yolu yürümesek de saygı duyduğumuz insanlarımız vardı...
Paranın tek amaç, gücünse tek araç görülmediği, güce ve güçlünün tarafına değil, Hakk’a ve haklının tarafına düştüğümüz zamanlar...
Parayla aşılmayan dağların, parayla geçilmeyen çöllerin, parayla açılmayan kapılan, parayla satın alınmayan adamların çokça olduğu zamanlar...
Türkiye’nin bir adamın yalanlarını, Türkiye’nin bir adamın iftirâlarını, Türkiye’nin bir adamın hezeyanlarını dinlemek mecburiyetinde kalmadığı günler, bir adamın nefretini paylaşmadığı yıllardı o yıllar..
Gazetelerin farklı farklı manşetlerle çıkabildiği zamanları hatırlar mısınız? Gazetecilerin istedikleri soruyu korkmadan sorabildiği siyasetçilere...
Çok mu mutsuzduk o günlerde hatırlayın!
Hırsıza  hırsız, yolsuza yolsuz, uğursuza uğursuz diyebildiğimiz günlerde...
Henüz insanlığımızı, insanlık onurumuzu kaybetmemişken...

Yazarın Diğer Yazıları