Pazarlıktaki "Kayserili"yi bulunuz

Türkiye'nin, işgale katkıda bulunmak üzere Irak'a asker göndermesi karşılığında, savaş bütçesinin tamamını 75 milyar dolar olarak açıklayan ABD'den, 90 milyar dolar hibe isteyip de, ABD'nin 4 milyar dolarlık teklifini türlü taklayla 6 milyar dolara çıkarabilmiş olmakla övündüğümüz -dünya onursuzluk tarihine geçen- o utanç gününden sonra, ne zaman yaptıklarının "kârlı bir pazarlık" olduğunu savunsalar,  şöyle bir irkiliyorum.

Mevzubahis, "Oval Ofis"e "pazarlık yapmaya geldik" diye girip de, Bush'un "Teksas'ta at tüccarları vardır. Müzayedelerde onlar da söze böyle başlar ama sonunda adamın donuna kadar alırlar" aşağılamasıyla karşılaştıklarında, otuz iki dişlerini göstermek suretiyle, mutluluk(!) ve kıvançla(!) gülebilmiş bir zihniyetin "değer yargıları" olunca, size de irkilmenizi tavsiye ederim. Hiç değilse bir miktar temkin.

Çünkü daha dakika bir, gol bir;

Sayın Başbakan'ın "Bizden böyle bir hamle beklemiyorlardı" böbürlenmesinin bile, aslında Türkiye'nin o pazarlık masasına nasıl içler acısı bir imajla oturduğunu gösteren itiraf niteliği taşıyor olması bir işaret fişeği!

AB'nin "bizden beklemediği hamle" neymiş biliyor musunuz?

"Mülteciler gerçekten bizim için de ağır yük olmaya başladı" dememiz.

Düşünün nasıl "çantada keklik" bir haldeyiz ki alelade bir durum tespitinde bulunabilmiş olmak bile "hamle" bizimkilere göre!

***

Kayserilinin ineği hastalanmış. Biçare, ne yapsın, dua üstüne dua, adak üstüne adak:

- Allah'ım, ineğim iyileşsin, 5 gün oruç tutacağım!..

İnek iyileşmiş, Kayserili de adağını yerine getirip 5 gün orucunu tutmuş tutmasına da... Turp gibi inek -ecel işte- ölmesin mi bir gün sonra.

Kayserili ne dese beğenirsiniz;

- Allah'ım ineği kurbana, orucu da Ramazan'a sayarım!

Kaybından bile kâr etmeye odaklı "Kayserili pazarlığı" böyle bir şey!

Ve bu pazarlığın bazı kaideleri var. En mühimi, muhatabına zararını kazanç saydırarak sonlanan bu alışveriş biçiminin "bağlayıcı" unsurunun "samimiyet" oluşu.

Gazetelere yansıyan o el-ense çekmeli fotoğraflara, bizimkilerin "düşünebiliyor musunuz Merkel'le mesajlaştık" havalarına(!) bakınca; iklim tamam.

Da...

Bir de hani, bu tür pozlara kanmayalım, en masum hislerimizi kullandırmayalım diye not düşülmüş özlü bir ikaz var ya kültürümüzde; "dost kazığı" diye... İki dakika "çok özel, çok önemli, çok zorlu kişi" muamelesi görünce, işte onu unutmuş bizimkiler yine!

***

Pazarlığın sonucu:

- Bizim aldığımız her Suriyeliye karşı Avrupalı da bir Suriyeli alacak. (Şimdi bu böyle "fifty-fifty" adaletinde gibi geliyor ya kulağa; değil. Biz, ne çıkarsa bahtımıza, "Ege'ye dökülenler"i toplayacağız, AB ülkeleri "seçmece mülteci" tezgahından alacaklar..)

- AB bize "artı üç milyar" daha verecek. (Ama bunu bir tek biz biliyoruz; çünkü AB liderlerinin ağzından böyle bir taahhüt ilan edilmedi. Çünkü bizimkilerin "karar" gibi yansıttıkları şey, AB liderlerinin, 18 Mart'ta eni konu değerlendirecekleri bir talep sadece... Kaldı ki "artı 3 milyar" mı tazmin edecek "mülteci" kılığında ülkeye sızan terörün, asayişsizliğin bedellerini! )

- Haziran itibarı ile vizelere son! (Tabii CHP ve MHP, bekleyen 9 uyum yasasına evet der ve TBMM'den geçmesine destek verirse!)

***

Ortada, AB'nin dayatmalarını kabul ettirmek için gösterdiği havuçları afiyetle yiyip de, "zararına satışa çıkıp kâr etmeden dönmeyi kâr sayan" biri olduğuna göre doğru "Kayseri pazarlığı" olmuş bu.

Yalnız bu pazarlığın "Kayserilisi" kim, işte ondan şüpheliyim doğrusu!

 

Yazarın Diğer Yazıları