PKK temsil değil kontrol ediyor

Bugün müzakere sürecine bir anda gelmedik. Turgut Özal,  “Federasyonu tartışabiliriz” , Süleyman Demirel  “Kürt realitesini tanıyoruz” , Tansu Çiller,  “Bask modelini tartışabiliriz” , Mesut Yılmaz,  “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer”  demiştir. Bu ’iyi niyetli’mesajların hepsinin ardından maalesef Mehmetçiğin topluca katledildiği facialar yaşanmıştır. Bugünkü Hükümet de açılım adımlarını attığı zaman, terör örgütü  “devrimci halk savaşı”  stratejisini başlatmıştır. TRT Şeş yayınlarını izleyenler, çocuklarına Kürtçe seçmeli ders aldıranlar hain ilan edilmiştir. PKK’nın bir bütün olarak gerçekten barış isteyeceğine inanmak için elimizde hangi veriler var?
Terör örgütü ile siyasi pazarlık yapmanın zararı faydasından fazladır. Birincisi bugüne kadar devletin bebek katili olarak nitelediği bir kişiyi şimdi bir halkın temsilcisi gibi göstermek, en azından devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz. Sivil ve barışçıl siyaset izleyenlerin önünü tıkar, ümitlerini kırar. Sivil toplum kuruluşu, kanaat önderi, siyasetçi, uzman vs olarak sorunun her iki tarafından çözüm için devreye girenleri boşluğa düşürür. Sorunların çözümünde muhatap alınmak isteyenlere silah kullanmanın yolunu açar. Barışçıl davrananların elini kolunu bağlar.
Eğer ille de terör örgütü ile masaya oturacaksanız bunun bile yöntemleri vardır. Müzakerenin PKK (Kandil) ve Abdullah Öcalan (İmralı) ile yürütülmesi de farklı sonuçla doğurur. Yarın Öcalan ölse ne yapılacak? Yahut Kandil, daha önce yaptığı gibi  “Öcalan’a ilaç verilmiştir, sözleri geçersizdir” de diyebilir. Müzakere sürecinde PKK sözünü tutmazsa bedelini kim ödeyecektir? Öcalan’ı asamayacağınıza göre nasıl bir yaptırım uygulanacaktır? Fatura yine Ankara’ya kesilmeyecek midir?
Eğrisiyle ve varsa doğrusuyla, Kürtlerin ifade hürriyetiyle ilgili sorunun çözümünde muhatap alınması gerekenlerin başında BDP gelmeliydi. Sorunun çözümünde elini taşın altına koymak istemeyen, kaçak güreşen BDP’ye  “madem bir halkı temsil etme iddiasındasın, öyleyse sorumluluk al”  denilmeliydi. İmralı ile müzakerenin ilk şartı olarak merdiveni tırmanırken BDP’nin KCK/PKK’nın vesayetinden çıkartılması istenebilirdi. Böylece BDP’nin de silahlı ve sivil kanatlar arasında yerini açıkça belirlemesi sağlanabilirdi. Hak-Par ve Hüda-Par gibi partilerin ve partileşmeye çalışan grupların yanısıra TBMM’de grubu bulunan partilerdeki Kürt asıllı milletvekilleri de müzakere sürecinde bulunmalıdır. PKK dışındaki bütün Kürt grupları yok saymak sadece teröristin ekmeğine yağ sürer.
Türkiye için Bask-ETA, İrlanda-IRA vb türden modellerin önerilmesi de anlamsızdır, hatta zararlıdır. Bizde sosyologların, antropologların ve sözde stratejistlerin ürettikleri veya tanımladıkları ulus, millet gibi kavramlar ile diğer ülkelerin bu kavramlara yükledikleri anlamlar çok farklıdır. Biz Kurtuluş Savaşı’nı tek millet ve tek yürek olarak verdik, Kore’de ve Kıbrıs’ta birlikte savaştık, ya onlar!
Önceki gün Kürtlerin ifade sorunun çözümü konusunda Ankara’da yapılan bir beyin fırtınasında bizzat şahit oldum, sizler de TV’lerdeki tartışma programlarında izlemişsinizdir; Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü gibi PKK şemsiye altına girmeyen siyasetçiler devletin teröristi muhatap alma tutumundan fevkalade rahatsız. Yarın Alevilerin sorunlarının çözümü için de DHKP-C ile mi görüşülecektir?
70’li ve 80’li yıllarda PKK rakip gördüğü Kürtçü gurupları tasfiye ederken Devlet nasıl göz yumduysa bugün de PKK’yı hem dağda hem de ovada rakipsiz bırakmaktadır. Kürt gruplar adına katılan konuşmacıların hemen hepsinin görüşü;  “PKK bölgeyi temsil etmiyor fakat kontrol ediyor”  şeklindedir. Maalesef PKK bu kontrolü devletin etkisiz kalması nedeniyle sağlıyor. Şivan Perver gibi sanatçılara baskı uyguluyor, farklı söylem getiren Kürt aydınlarını ya öldürüyor (Mehmet Şener, Hikmet Fidan, Kani Yılmaz vd.) ya da susturuyor.
İstihbarat kurumlarının PKK elebaşları ile sadece silah bırakma süreciyle ilgili olarak eşgüdüm sağlamasına kimsenin itirazı yok. Yine bir Kürt konuşmacının ifadesiyle,  “İti getirene sürdürmek”  yabana atılacak bir yöntem değildir. Fakat Milli İstihbarat Teşkilatı’na Hükümet adına icra yetkisi vermek bugün ve ilerde farklı sorunlar üretecektir. Kurumların görev, yetki ve sorumlulukları birbirine karıştırılmıştır. Devlet - hükümet ayrımı yapmak ise başlı başına bir garabettir. Hükümet kendisini devletten farklı bir kurum olarak mı görmektedir?
Yanlış yöntemler ve araçlarla yürütülmezse konuşarak da çözüm üretilebilir. Anadolu Ruhu bu sorunların çözümünün nasıl olacağının örnekleriyle doludur. Bu topraklarda hiçbir mahalle diğer mahallenin üzerine yürümemiş, bir komşu diğerinin evini basmamıştır. Yeter ki devlet yöneticileri, batıdan ithal  “çatıştır-barıştır” yöntemlerini bırakarak atalarının geleneğine sahip çıksın ve kendi tecrübelerimizden yola çıkarak bir milli strateji üretebilsin.

Yazarın Diğer Yazıları