PKK’yı başımıza kim bela etti?

PKK’nın kuruluşuyla ilgili  “derin destek”  tartışmalarını okuyucularımız fazlasıyla biliyor. Abdullah Öcalan’ın 1982 yılında, Devrimci-Yol’un lider kadrosundaki Taner Akçam’ın  “Suriye’den çıkalım kendimizi kullandırtmayalım” önerisine verdiği cevabı okumuşsunuzdur:  “Beni kullansınlar, çok önemli değil. Bana birkaç yıl lazım. Ben birkaç yıl sonra yapacağımı yaparım, o zaman da atı alan Üsküdar’ı geçmiş olur. O zaman da beni Suriye’nin kullanıp kullanmaması artık ayrıntı haline gelir... Devlete Kürt partisi kurduruyorum! Kürt partisini nasıl MİT’e dayandırarak kurduysak, Kürt devletini de Türk devletine dayandırarak kuracağız.”
Akçam sözlerini,  “Öcalan kendini gene kullandırtıyor. Bizim Ankara’dakiler de Öcalan’ı kullandıklarını zannediyorlar. Şimdi Öcalan’ı kullanıyorlar ama uzun vadede Öcalan galip gelecek” diyerek sürdürüyordu. O zamanki devlet aklı, soğuk savaş yöntemleri ve mantığından hareketle,  “eninde sonunda bir Kürt hareketi kurulacaksa biz kuralım” diye düşünmüş, hatta  “bu dini veya etnik bir temele dayanmasın ki, ilerde önünü kesebilelim”  diye bir hesap da yapmış olabilir. Fakat 10 yıl sonra Türkiye’nin başına büyük bir bela açıldığı görüldüğünde niye hatadan dönülmediğini anlamak kolay değil.
PKK kendisine hayat alanı açmak için önce etkili Kürt örgütlerinin liderlerini öldürerek ve aşiret ağalarına saldırarak yola koyuldu. Sol zemindeki İbrahim Güçlü’nün Ala Rızgari ve Kemal Burkay’ın PSK’sını pasifize etti. İlginçtir ki bugün süreci tersine çevirme gayretleri var ancak epeyce geç kalındığı görülüyor.
1993-94 yıllarında teröre anladığı dilden karşılık verme dürtüsüyle sert tedbirler alındı. 3 bin köy boşaltıldı. Köylülerin göçtükleri şehirlerde gereken tedbirler alınmadığı için Doğu ve Güneydoğu Anadolu illeri sorun yumağı haline dönüştürüldü. Kürtlerin önemli bir kısmı devletin bu politikalarına karşı BDP ve türevi partileri destekleyerek cevap verdi. Merkezdeki birçok parti ise Güneydoğu coğrafyasından maalesef silindi. Nitekim Öcalan’ın ABD tarafından paketlenip Türkiye’ye teslim edildiği 1999’dan sonra yeniden bir ateşkes dönemi başladı. Bu dönem de koalisyon hükümetlerine denk geldiği için yine etkili önlemler alınamadı.
Peki Öcalan, AB’ye üyelik sürecinin hızlandığı 2004 yılında devletin gözetim ve denetimindeyken niçin ateşkese son verip silahlı mücadeleyi tekrar başlattı? Üstelik PKK lağvedilmiş, yerine Kongre-Gel kurulmuştu. Kandil, o zamanlar Öcalan’a ilaç verildiğini bundan dolayı mesajlarının geçersiz olduğunu dahi ileri sürüyordu. Avukatlarının Öcalan’dan izinsiz böyle bir mesajı taşımaları mümkün değildi! İlginç olan, İmralı’dan gelen mesajlara şüphe ile bakan Kandil, yeni talimatlara uymakta hiç tereddüt yaşamadı!
Öcalan biraz da can korkusuyla 2004’e kadar sessiz kalmıştı ve “devlete verdiği hizmetin”  karşılıksız bırakıldığını görüyordu. Avukatları Avrupa’daki ve Kandil’deki militanlara Öcalan’ın artık kendisine “Kürt Halk Önderi” denilmesi mesajlarını da ilettiler. Artık Öcalan sıradan bir terör örgütü lideri değildi. Muhtemelen kendisini yeniden önemli adam konumuna getirip, biran önce ev hapsine çıkma planları yapıyordu. Ancak o dönemlerde kamuoyuna açıklanmadan Öcalan’a bu kadarcık bir ‘güzellik’ yapılabilirdi. Fakat silahların yeniden konuşması tercih edildi. Bu arada 2004 yılında bir seçim yaşadığımızı da not edelim.
2009’dan sonra neler değişti? Orhan Miroğlu, Ümit Fırat, Kemal Burkay ve İbrahim Güçlü gibi isimlere göre Arap Baharı’nın ayak sesleri ülkemizde de yankılanırken mevcut hükümetin öncekiler gibi gelip geçici olmadığı ve Türkiye’deki dengeleri kendi lehine değiştirdiği net olarak ortaya çıktı. İmralı üzerindeki askeri egemenlik de kalkmış, kontrol MİT’e geçmişti. Bu aşamadan sonra Öcalan, iktidarı muhatap almak gerektiğine kanaat getirdi.
Peki yıllardır aynı hataları tekrarlamaktan bizim devlet yorulmadı mı? 30 yıl önce önü açılan Öcalan, dayandığı tabanda tek lider yapılmıştı. Bugün de devlet tarafından tek muhatap kabul edilerek Kürt halkının liderliği onuruna yükseltiliyor! Silahsız mücadele yürütenler müzakere sürecinin dışında tutuluyor. Oslo’da olduğu gibi ısrarla, yabancılar sürece dahil edilmeye çalışılıyor. Kızmayın, anlamaya çalışın diyorlar. Bu kadar saçmalığı bir araya getirip nasıl doğru dürüst bir sonuca ulaşabilirsiniz. Hadi iktidar partisi diğer Kürt grupları yok sayıyor, kendi partisindeki Kürtleri niçin görmezden geliyor? Birkaç sene sonra diğer guruplar da silaha sarılmaya başlarsa ne yapacaksınız?

Yazarın Diğer Yazıları