Rejisör öyle istiyor!

Yıl 1973. Sonradan adı Mehmet Âkif Ersoy Lisesi olarak değiştirilen Boyabat Lisesi’nin son sınıfındayım. Bir grup arkadaşla gece sinemaya gittik. Filmin bir bölümünde elinde pilli fener olan adamla yanındaki kadın bir eve giriyorlar, gece karanlığında bir kasayı arıyorlar. Seyircide gerilim oluşturmak için yapılmış müzik eşliğinde başlayan bu arayış, bir hayli uzun sürüyor. Derken, kadın fısıltı hâlinde fakat bizim duyabildiğimiz bir sesle konuşuyor:
“-Kasa şurada, adamın çalışma odasının sol köşesinde.”
Kadının bu sözü üzerine, en arka sırada oturmuş olan, şehrin ağzı bozuk, biraz da kabadayı tavırlı bıçkınlarından biri, sıtma görmemiş sesiyle bağırıyor:
“-Ulan zilli! Madem yerini biliyon, on dakkadan beri bizi niye geriyon”!
Tabiî, seyircilerden farklı tepkiler geliyor, kimi kahkahayla gülüyor, kimi ürkek bir sesle ayıplıyor; nihâyetinde makinist odasından filmi seyrettiği anlaşılan ve oldukça kibar bir adam olan “Sinemacı Sezâi” eline mikrofonu almış, şöyle diyor:
“-Evlâdım, kadının ne kabahati var; rejisör öyle istiyor...

 


***

 


Yıl 2013. Sonradan adı “İmralı” olarak değiştirilen, yakın zamana kadar kendisinden “terörist başı”, “bebek kâtili”, “câni” diye bahsedilen Abdullah Öcalan’la AKP iktidârının ileri gelenleri arasında  “barış ve çözüm”  konusunda âniden denecek kadar kısa bir sürede sağlanmış görünen ve silâhlı PKK mensuplarının Türkiye dışına çekilmesine dâir “mutâbakat”, zihnimde 40 yıl önceki bu olayı çağrıştırdı.
AKP’nin iktidâra gelmesinin üzerinden bir yıl bile geçmeden bölücü PKK terörü tırmanışa geçti; terörist kurşunlarıyla, mayınlarıyla can veren şehitlerimizin sayısı zaman ilerledikçe arttı; TSK’nın 2008 yılında Kuzey Irak’ta başlattığı kış harekâtı, ABD Başkanı Bush’un son derece kaba bir dille “get out/defol” demesi üzerine akâmete uğradı. 2009 yılında “iyi şeyler olacak” diye başlatılan süreç, AKP tabanının önemli bir kısmı dâhil olmak üzere Türk Milleti’nin büyük infialine yol açan Habur rezâletiyle sona erdi. PKK terör eylemlerini, TSK ise operasyonlarını devam ettirdi.
Hatırlayacaksınız; daha 5 ay öncesine kadar iktidârın başı “îdam cezâsının geri getirilmesinden” ve “verilen cezâların infazından” söz etmeye başlamıştı. Sonra âniden ve yeniden teröristbaşı ile hangi temel esaslar üzerinde nasıl bir anayasa yapılacağı meselesinin de masaya yatırıldığı iddia edilen müzâkere ve pazarlıklara başlandı, bunun iktidârı destekleyen basın tarafından konulan adı ise “İmralı ile görüşmeler” oldu. Sayın Osman Kaçmaz’ın ifâde ettiği şekilde “Öcalan, Antalya açıklarındaki Sıçan Adası’na konulmuş olsaydı bu yapılanın adına ‘Sıçan ile görüşmeler’ diyecek miydiniz” gibi eleştiriler artınca sürecin adı “barış ve çözüm süreci” oldu. Mektuplar, Öcalan’ın mâlûm medyadan naklen yayınlanan Nevruz nutku derken, “silâhların susması” ve “PKK’nın müdâhale olmaksızın Türkiye dışına çekilmesi” konusunda anlaşmaya varıldığı açıklandı ve  en sonunda Murat Karayılan isimli câni, “PKK’nın Genelkurmay Başkanı” edâsıyla, yüzlerce gazeteci ve televizyoncunun katıldığı bir basın açıklamasıyla çekilmenin 8 Mayıs 2013’ten îtibâren başlayacağını ve kademeli olarak yapılacağını îlân etti.
Tabiî biz o sinemadaki bıçkın gibi kaba bir dil kullanamayız fakat sormadan da edemeyiz:
-Bu “barış ve çözüm” o kadar kolay idiyse, 10 yıldır bizi niye gerdiniz, millete onca acıyı niye yaşattınız, anaları niye ağlattınız?
Sanıyorum sizin zihninizde de aynı cümle yankılanmıştır:
-Rejisör öyle istiyor!

 


***

 


Rejisör neden öyle istiyor, prodüktör veyâ prodüktörler, senarist veyâ senaristler kim, kimler diyorsanız, kısmetse haftaya buluşalım. (Twitter’daki sayfamı da arada bir ziyâret ederseniz, memnun olurum.)

Yazarın Diğer Yazıları