Reklam ve misyonerlik / Prof. Dr. Yümni SEZEN

Reklam ve misyonerlik / Prof. Dr. Yümni SEZEN
Konu başlığını görenler şaşırıp yadırgayabilirler. Fakat okuyunca, ilgi ve benzerliğe daha çok şaşıracaklardır.

Reklam ve misyonerlik, ikisi de Batı Hıristiyan dünyasının üretimidir. İkisi de normal duyuru ve tanıtım fiilinden farklı tavırlardır. Ne misyonerlik normal bir görevdir, ne reklam normal bir tanıtımdır. Reklam, duyurma ve tanıtmayı istismar eder, yani kötüye kullanan bir tavırdır. Kelime anlamlarına takılırsak, Latince kökünden gelen, ileri sürmek, sağlamak, bir konuda güvence vermek anlamlarından başlar, Fransızca, yine ileri sürmek, istemek, sözünü dinletmek, mecbur bırakmak, zorunlu kılmak, dikkat çekerek ısrar etmek, yalvarıp yakarmak, ihtiyaca zorlamak, avcının kuşu yakalamak için tuzak kurması ve yalancı yem kullanması anlamlarıyla devam eder. Bu kadar anlam kalabalığının müşterek noktası, hile ve kandırmadır. Hile ve kandırmanın içeriğinde bulunduğu algı yönetimidir. Sinsi bir psikolojik baskı söz konusudur. Neredeyse, kelimenin anlamında da olan yalvarıp yakarmaya dönüşecek bir tavır durumundadır. Normal ve meşru duyurma ve tanıtma sınırlarında kalınmamıştır. Reklamdaki temayüllerin hiçbiri meşru değildir. Bir fiilin meşru olmaması için illa kanuna aykırı olması gerekmez. Manevî dünyaya, ahlaka, insani değer ve sorumluluklara karşı hassasiyet doğurması, meşru olup olmaması için yeterlidir. Bir çikolatanın, lop et parçalarının şapur şupur yenilmesini gösterip, "haz duyma nakli" yapan bir davranış, bir temizlik malzemesini satmak için olanca cambazlıklar, bir çeşit yalvarmaya dönüşmüştür. Bunun için her türlü vasıtanın, çocuklar, kadınlar, seksi duygular, sanat, oyuncular kullanımı doğal hale gelmiştir. Aldatıcı dayanak şunlardır: İstihdam ve iktisadî dinamizm. Oyuncular kendilerine uygun meslekî bir yol bulabilirler. İktisadî dinamizm yalancı bir algılatmadır. Normal bir duyuru ve tanıtım ile iktisadî verim sağlanabilir. Sonra, üretimdeki ve gelir dağılımındaki sorunlara rağmen, hele zevke tâbi ve fantastik maddelerin sürekli ve sınırsız tüketimini telkin etmek, iktisadî krizlere bile yol açabilir. Ahlaki krizlere sebep olabilmesi bir yana.

Gelelim misyonerliğe. Dini tanıtmak, duyurmak, bilgi vermek, yayılmasını sağlamak normaldir, bir haktır, dinin isteği olarak elzemdir de. Bunun normal şekline tebliğ (bildirme) diyoruz. Anlayarak kabul edilmesini istiyoruz. Zorlamayacağız, kandırmayacağız, hileye ve psikolojik baskıya başvurmayacağız. "En güzel şekilde sohbet etme", "daima doğruyu söyleme", "zorlama olmaması" meselâ İslamın bu konudaki ilkeleridir. "Dinde zorlama yoktur", "Seni (peygamberi), onlar üzerine bekçi koymadık" gibi daha birçok İslamî ilkeyi, ilgilenen herkes bilir. Kendi zamanında Hz. İsa''nın tebliği de aynıydı ve normal sınırlar içindeydi. Fakat bu tebliği ruhban başta, yetkili kişiler, bir reklam şekline soktular ve reklamın yukarıda anlatmaya çlıştığımız üslubunu kullandılar. Misyonerler (dinî görevliler), ticari mal satar gibi, ikna için kandırma ve menfaatlendirme dahil, her yolu mübah gördüler. Misyonerliğin kurucuları, "daha çok adam kazanayım" diye "herkesle her şey olmak" gibi bir metodu uygulamaya başladılar. Pek çok misal arasından, bugün kullanılan bir tanesi bile, metodu anlamaya yetecektir. İncil verirken, sayfaları arasına yüz dolar koyarak vermenin, artık tebliğ, duyuru, tanıtım olmayıp reklam olduğunu gösteriyor. Misyonerlikte, reklamın bütün unsurları aynen görülmektedir. Araba reklamı yaparken yarı çıplak genç bir kadını beraber göstermek ne ise, İncili tanıtırken cazibesini öne çıkaran genç kızları kullanmak aynı şeydir. Bizde Fetocu grup, bu metodu benimsedi. Diyalog için çok şeyi mübah gördü. "Olmak" ile "görünmek" arasını kapatmaya çalıştı. Meselâ, bağlılarına içkili sofralarda oturabilirsiniz, dendi. İçmeseniz bile, kapınızın önüne boşalmış rakı şişelerini koyabilirsiniz, dendi. Papalık misyonuna (göreve) hazır olduklarını söyleyen, güven mektubu sunar gibi mektup sunup emrinizdeyiz diyen grup başı, diyalog için çok şeyi mübah gördü. Buna İslamî ilkelerden taviz vermek dahildi. Reklam metodunu seçtiler. Takiyye adı altında, "herkesle her şey olmak" yolunu uyguladılar. Bu konuda toplumumuz nelere şahit olmuştur.

Anlaşılıyor ki, duyurmak ve tanıtmak ile reklam özdeşleştirilebiliyor ve ikna etmek için kandırmak, psikolojik baskı kullanmak, algı yönetimi yapmak, reklamda da misyonerlikte de müşterek hale gelebiliyor.

İslamiyet bu konuda da bizi uyarmıştır. Bir şeyin duyurulması ve tanıtımı vardır, fakat kullanılmakta olan metoduyla reklam yoktur. Reklam kavramının karşılığı olarak şu anlamlar kullanılmaktadır: "Malı ziyade övmek." "Müşteriyi yanıltmak." Israrlı isteyişin karşılığı da "yemin"dir. Bunlar yasaklanmıştır. "Bir malı lüzumundan fazla övmeyin"1; "satacağı malı fazla övmek kadar kötü ahlaklı olunamaz"2; "alışverişte müşteriyi yanıltmak menedilmiştir"3; "satışta yemin yasaklanmıştır"4; "malını yalan yeminle satanlar azap görürler"5 denmiştir.

Reklam yok, dürüst tanıtım vardır. Mal, özellikleriyle tanıtılır. Yalana, hileye, kandırmaya, psikolojik baskıya, sanat ve oyunla süslemeye başvurul­maz. Bunlar reklamda da, misyonerlikte de mevcuttur. Din, gerçeklere, akla ve doğrulara göre duyurulur. Bunlar için ayrıca algı yönetimine ihtiyaç yoktur. Malı olduğu gibi tanıtırsın, isteyen alır, isteyen almaz. İstekte zaten ihtiyaçlar ve şartlar rol oynayacaktır. Dini olduğu gibi, doğru bir şekilde tanıtırsın, isteyen inanır, isteyen inanmaz. Yeter ki ikisinde de "doğru anlaşılma" bulunsun. Hepsi budur.

........................

 

1-Buhari, s. 221; Hds. No: 759.

2-Buhari, s. 218; Hds. No: 754.

3-Müslim-5, s. 14; Hds. No: 1516.

4-Müslim-5, s. 138; Hds. No: 1606, 1607.

5-Tirmizi-2, s. 263; Hds. No: 1227.