Roma antik mi Romantik mi?
Geçtiğimiz hafta bir sergi için Roma’da bulunmam gerekti. Hadi dedim bu hafta sizlerle seyahatimi paylaşayım. Okuyanlar da benimle gezsinler İtalya’yı.
Şanslıydık, çok güzel bir havaya denk geldik. Her hava güzeldir de yürüyüş yapmak için uygun koşul avantajını kastediyorum. İşlerimizi hallettikten sonra ayrıntılı bir sanat turu için bol bol zamanımız kaldı. Görülmesi gereken yerleri yavaş yavaş gezmeye koyulduk. Keza kilometrelerce yürüdük.
Etkilenmemek mümkün değil. Ülkemizde; ‘Çok cami var.’ diye şikâyetler duyuyorum. O insanlar gelip burayı görsünler. Adım başı kilise. Her sokakta, her caddede mutlaka. Biz de hemen hemen hepsine girdik. Gerçekten itina ile korunmuş, sahip çıkılmış, temiz tutulmuş. Ressam olduğum için tavanlardaki işçilik, resimlerdeki ayrıntılar beni yine çok etkiledi. Avrupa’nın her yerinde mevcut olan Rönesans esintileri, insanı ürkütmekle beraber girdap gibi içine çekiyor. Aslında hepsi birbirine benzer nitelikte, birbirinin tekrarı. Yine de tavan yükseklikleri ve aşırı detay sizi şaşırtmayı başarıyor.
Yüz milletten insan var. Şehir tamamen turizmle yaşıyor ve turizmden besleniyor. Dolayısıyla ona hizmet ediyor. İnanılmaz turist sirkülasyonuna sahip. Her ülkeden insanla karşılaşıyorsun. İngiliz, Fransız. Lazla bile karşılaştık. Ve güldük tabii ki de. Çünkü bir İngiliz, bir Fransız, bir Lazla karşılaşıp gülmemek kitabımıza aykırı. Pakistanlı ve Hintlilerin çalışan grup olarak öne çıkması ilgimizi çekti. İtalyan çalışan yok denecek kadar az. Otellerde, kafelerde, restoranlarda, bakkallarda, marketlerde çalışanların hemen hepsi Hintli, Pakistanlı, Afgan. Anladığım kadarıyla İtalyanlar farklı branşlarda çalışıyorlar. Muhteşem müzeler ve inanılmaz bilet satışı. Bu durum şöyle düşünmeme sebep oldu. Rönesans döneminde birileri; “Arkadaşlar biraz kastırıp çok güzel binalar, heykeller ve tavan resimleri yaparsak, torunlarımızın torunlarının torunları bilet satarak şehri kalkındırabilirler. O zamana kadar uçak da bulunur. Dünya buraya akar. Haydin yapalım şu işi. Boyayalım, güzel resimler çizelim. İnsanlar ağızları açık bu resimlere bakakalsınlar. Sıralarda bekleyip para versinler. Biz de ekonomimizi geliştirelim.” Diye düşünmüş… Çok saçma değil. Yılın her döneminde tıklım tıklım ziyaretçi. Euro akışı...
Figürlerin çoğunluğu dini. Konuları size ayıp bir anıyla özetleyeceğim. Kendi ağzımla söyleyemezdim zaten. Vatikan’dan çıkıyorduk. Önümüzde bir ‘Canım Türk’ aile vardı. Tatlı tatlı gezmişler. Kadın yaklaşık dokuz ila on yaşlarındaki çocuğuna; ‘Oğlum nasıl? Sevdin mi?’ diye sordu. Çocuk ne dese beğenirsiniz? ‘Popo, pipi, Papa işte.’ Koskoca Roma’daki onca eseri üç kelimeyle özetledi. Çocuğun Türk oluşu hayli gururlanmama sebep olurken, annesinin panikle ensesine şaplatması üzdü. Eee doğru söyleyenin dokuz ensesi şamarlanır.
Yemekler güzel, karbonhidrat cenneti. Fakat domuz korkusu, hazzı sekteye uğratıyor. Acaba peynirle domuzu aynı bıçakla mı kestiler? Sebzeler domuz suyunda haşlanmış olabilir mi? Böyle fitnelenip, kendimizi korkuttuk, birçok lezzete diyet ettik. Mecburen vejetaryen tercihlerde bulunduk. Saçma bulanları anlıyorum ama saçma bulmayanlar da beni anlamıştır. Yaşadığımızı yaşayanlar vardır.
Bir de geziye damga vurup, aşırı sevgi görmemize sebep olan bir anımız var. Onu da paylaşayım. Euro’yla TL arasındaki farkı beynimiz anlık olarak algılayamadı. Bıraktığımız bahşiş miktarı sayesinde kucaklandık. İtalyan bir şef küçük oğlumu boynundan öptü. Çıktıktan sonra; ‘Azıcık bahşiş bıraktık, neden böyle öpüldük?’ diye düşünürken, verdiğimiz azıcık bahşişin çokucuk olduğunu anladık. Acıyla karışık garip bir şok yaşadık. Neredeyse yemeğe ödediğimizden fazla bahşiş bırakmışız. Euro’yla TL arasındaki uçurum bir kez daha acıttı. ‘İnşallah yanlışlık yaptığımızı anlamamış, cömert sanmışlardır.’ diye düşündük. Ki öyledir, acıdığın birini öpmezsin, başını okşarsın:)
Estetikle ilgili yazımda bahsettiğim şey burada da karşıma çıktı. Sadece turistler estetikliydi, orijinal İtalyanların hiçbirinde estetik müdahale yoktu. Araplar, Hintliler yaptırmış ama İtalyanlar oldukları gibi geziyorlar. Bence çok cool…
Trafik çok yoğun. Kalabalık. Aşırı trafiğe rağmen korna sesi olmaması beni etkileyen bir diğer konu. İnsanlar kolay kolay kornaya basmıyorlar. Hoşuma gidiyor bu huyları.
Her ortam çok ROMAantikti. Adım başı evlilik teklifleri. Kırmızı gülcüler. Balayılar. Sevgililer. Öpüşgenler. Aşkoluk. Günoluk. Ponçiklik. Güneşim doğduluk. Sanki bu güruhun toplanma alanı gibiydi. Allah içlerine sindirsin.
Tam bir alışveriş cenneti. Türkiye’de top olan neredeyse tüm markalar İtalyan menşeli. Adım başı marka! Ama biliyor musunuz şık üç beş kişi vardı. Biri bizdik:) Ekstra itinalı değiller. Öylesine...
Yer yer değil, her yer kolon. Kolonlar ve şehrin tarihî yapısı çok güzel korunmuş. Kıskandığım tek şeydi diyebilirim. İnsan gerçekten; ‘Biz bunu neden yapamıyoruz?’ diyor. Yeri geliyor ağaçlarımızı koruyamıyoruz:( Ama istesek bunların âlâsını yapardık, bunu da biliyorum. Yapmadıysak da bir sebebi vardır. Çünkü bildiğiniz kendini beğenmişim. Türklüğümü beğenmişim. Memleketimi beğenmişim. Nereye gidersem gideyim aynı hisle geri dönüyorum. Ve dünyanın en güzel yerinde doğduğum için, en harika yerinde yaşadığım için şükrediyorum.
Nasıl? Güzel gezdirdim mi sizi? Yine gider, gezeriz. Sonra özümüze, yuvamıza döneriz…