Rüzgarda savrulmak!

Yüz yıllık bir ayrılığın ardından uzak kaldığımız medeniyet ve kültür coğrafyamıza mahcup bakışlar ve acemice davranışlarla dönüyoruz. Ancak ne kapılar kardeşlerimizin iradesiyle aralandı ne de biz bu dönüşe hazırlıklıyız. Belli ki güç dengeleri yeniden kurulurken birileri doğacak boşluğu geçici olarak bizim doldurmamızı istiyor. Belki bir taşla birden fazla kuş vurmaya çalışıyor ve içimizdeki potansiyel enerjiyi zamanından önce boşaltmanın da hesaplarını yapıyorlar. Nitekim çok partili hayata geçiş döneminde Türkiye üzerinde tecrübe edilen darbeler Mısır’da da tekrarlanarak,  “öyle fazla heveslenmeyin keyfinize göre davranamazsınız”  mesajı verildi. Yani demokratik bir atmosferde bağımsız kalarak büyümenin kolay olmayacağı Mısırlıların da bilinç altına kazınıyor.
Osmanlı’nın yıkılış dönemlerinde aklına öğrenilmiş çaresizlik hastalığı bulaştırılan devlet yöneticileri, zorla çıkarıldıkları diyarlardan uzunca bir zaman haber dahi duymak istememiş, içlerine kapanmıştı. Yaşanan felaketin büyüklüğü Anadolu sınırları dışındaki kardeşlerimizin yükselen feryatlarını bastırmıştı. Çaresizlik içindeyken bir de onların dertlerini dinleyemezdik! Ne yazık ki kulaklarımızı tıkayıp gözümüzü kapatmakla da acılar dinmiyordu.
“Mecbur bırakıldık, zorla ayırdılar” tesellisiyle avunmak faydasız. Düşmanlarımız, süper güçler bizi zorla ayırmakla kalsa bir gün yeniden kucaklaşmak için planlar çizer hazırlıklarımızı tamamlardık. Bu işler 21. Yüzyılda hâlâ yörük çadırında oturup, demir dövmekle yürütülemiyor. Sembollerin içi doldurulmalı, davet ettiğimiz ve ziyaretine gittiğimiz kardeşimizle aynı dili konuşabilmeliydik. Devlet aklımız onlarca yıl ne soydaşlarımızın lehçesini, ne de dindaşlarımızın dilini bize öğretti. Aksine kendi hafızasından dahi silmeye çalıştı. Bugün bile Türk dünyası toplantılarında Rusça konuşuluyor ve İslam ülkeleriyle İngilizce yazışılıyor.
Diplomatlarımız dünyada Arapça öğrenmekten utanan monşerler olarak tanınıyordu. Bu soğukluğun yanlış bilgiler ve propagandalarla oluşturulan  “ihanete uğrama sendromu” ndan kaynaklandığı savunulabilirse de Türk dünyasına niçin sırtımızı döndüğümüz sorusu cevapsız kalmaktadır. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Kırgızca, Özbekçe, Kazakça öğretilemez, Dışişleri’nde veya istihbarat kurumlarında özel birimler kurulamaz mıydı?
Demir perdeler yırtılıp, duvarlar yıkıldığında ayrı kaldığımız soykardeşlerimizle bir anda yüz yüze geldik. Hazırlıksızdık, ne yapacağımızı bilemedik. Toplumdaki sevinç ve samimiyete rağmen devletler arası ilişkilerde aynı kardeşlik havasını soluyamadık. Heyecan ve telaşla ağabeylik taslamaya kalkıştık. Abilik bir yana neredeyse kardeşliğimizi kaybediyorduk!
Hafızasını yitirmemiş ve hatalardan ders çıkarabilen bir devlet aklı olsa 20 yıl sonra aynı sorunları yaşamazdık. Güneyimizde bahar rüzgarları esmeye başlayınca yelkenlerimizi dolduracak akımı nihayet yakalarız zannettik. Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında, Maveraünnehir’de kaybettiğimiz kardeşliği Dicle ve Fırat ortasında Mezopotamya’da buluruz sandık. Hazar ve Aral kıyılarında yitirdiğimiz huzur ikliminin İran Körfezi’nden ve Kızıldeniz’den dönebileceğini düşündük. Fakat ne yazık ki, bahçıvan gittikten sonra bağ bozulmuştu. Bugün başkasının hakimiyetine girmiş onlarca yıldır aşılı meyveler veren eski bağımıza destursuz girmeye kalkıyoruz. Ne yazık ki ne bizde bahçıvanlık tecrübesinden eser kalmış ne de burası sahipsiz bizi bekliyor!
Kuzeydoğuya doğru yazın serin serin poyraz eserken kıymetini anlayamadık şimdi kuru ayaz yaşıyoruz. Nefes almak için çaresizce döndüğümüz Gündoğusu rüzgarları ise İran istikametine doğru eserken memleketin bereketini kurutuyor. Bugün de güneyden esen Kıble rüzgarında Arap Baharı havasını koklamak istedik, yine yanıldık. Şimdi Güneydoğudan esen Samyelinin kurutucu etkisine maruz kalıyoruz. Samyeline dilerseniz Keşişleme de diyebilirsiniz fakat Anadolu ağzındaki Akyel ile adlandırmayı diliyorsanız sabırlı, donanımlı ve bilgili olmanız gerekiyordu.
En zoru da dışarıdan esen fırtınalara dayanacak kadar ayakları yere basmayan, pusulası bozularak gideceği istikameti şaşıranların kendilerine uzatılan eli kırmaya çalışmaları. Ayrılık hicrandı, kavuşmak hüsran.

Yazarın Diğer Yazıları