Şanghay, Türkiye'nin Dertlerine Çare Olur mu?

Şanghay, Türkiye'nin Dertlerine Çare Olur mu?
Ekonomist Şevket Apuhan, AB'den uzaklaşıp Şanghay Enerji Kulübü'nde dönem başkanlığı yapan Türkiye'nin durumunu değerlendirdi. İşte olası tehlikeler, beklentiler...

Şevket Apuhan / Analiz

Son zamanlarda hararetlenen bir tartışmayı hep birlikte takip ediyoruz. Öncelikle şunu söylemeyelim ki bu tartışma, uzun yıllardır AB kapısında horlanan, egemenlik hakları aşınan Türkiye için olumlu bir gelişmedir. Dünyanın üretim dengeleri hızla Avrasya lehine değişirken, ülkemizin bu değişime yabancı kalması şüphesiz düşünülemez. 

Türkiye'de esas mesela son zamanlarda ortaya çıkan, içi doldurulmamış, stratejiden yoksun ve düşünülmeden atılacak adımların, asırlık sorunlarımızı sihirli bir dokunuşla düzelteceği düşüncesidir. 

AB ile ilişkilerimizi kesip, Şanghay 'a girersek Türkiye'nin beka sorunu çözülecek mi? Parlamenter sistemden vazgeçip, başkanlık sistemine geçersek Türkiye küresel bir güç haline mi gelecek? 

"Avrasya'nın günah keçisi ilan edilecek"

Öncelikle şunu açıklığa kavuşturmalıyız ki, Türkiye bu görünümüyle ister AB'ye girsin ister Şanghay'a ister başkanlıkla yönetilsin ister parlamenter sistemle değişen hiçbir şey olmayacaktır. Uzun yıllar AB kapısında horlanan ülkemiz, doğru strateji izlenilmezse bu defa da Avrasya'nın günah keçisi ilan edilecektir. 

Türkiye bu tartışmaların çok ötesinde bir stratejik konsept ortaya koyabilmeli, tarihin kendisine yüklediği sorumluluk ve sorunlar ışığında hareket etmelidir. 

Şanghay'la ilişkilerimizin seyrinde ortaya çıkan önemli sorunlar tartışılmalıdır:

Öncelikle, Avrasya güçleri ile entegrasyon sürecinde Tebriz'in, Kırım'ın, Doğu Türkistan ve Irak-Suriye Türkmenlerinin durumu ne olacaktır? Karabağ'ın işgalinde Ermenilere geri adım attırmayı başarabilecek miyiz? Bu şekilde bir entegrasyon-ilişki sürecinde söz konusu alanlarda Türkiye'nin bir başarıya imza atması zor görünmektedir zira Türkiye çaresiz kalmış görüntüsü vererek, Şanghay son umudu gibi politikalar gütmekte, dolayısıyla hareket kabiliyetini kendi eliyle azaltmaktadır. Avrupa bizimle ipleri atsa bile, biz her an Avrupa ile de sıcak ilişkiler geliştirebiliriz görüntüsü vermeyi bırakmamalıyız. Bu Avrasyalı güçlerle olan ilişkilerimizde elimizi kuvvetlendirecektir. 

Bunun yanı sıra Orta Asya Türkleri ve Azerbaycan için Türkiye'yi önemli bir cazibe merkezi haline getiren öncelikli şey ülkemizin Avrupa'ya açılan kapıları olmasıdır. Türkiye'nin bu görüntüyü kaybetmemesi önemlidir. 

"Bir değil, on defa düşünmeliyiz"

Üzerinde durulması gereken diğer önemli bir sorun da Türkiye'nin ekonomik çıkarlarının Avrupa'da toplanmış olmasıdır. Avrasya coğrafyasında, Avrasyalı bir aktör olarak oyuna dahil olmanın iktisadi açıdan Türkiye'yi zor durumda bırakacağı açıktır. Atılacak adımların ekonomimizi daraltacak olması, dış politika yapıcılarımızın hareket ederken bir değil, on defa düşünmesini elzem kılmaktadır. 

Sultan Galiyev, "Sömürünün Avrupa'nın genlerinde yattığını. Avrupa'da bir devrim yaparak yönetime gelse, işçi sınıfının da sömürüden vazgeçmeyeceğini" söylerken şüphesiz doğru bir tespit yapmıştır. Avrupa gerçeği çırılçıplak karşımızda durmaktadır ancak bu gerçeği dile getireceğimiz zaman kusursuz olmalı, Türkiye'nin çıkarlarının bu gerçeğin üzerinde olduğu unutulmamalıdır.

"AB ve Şanghay tek çare değil"

Ne AB, ne Şanghay Türkiye'nin kurtuluşu, dolayısıyla tek çaresi de değildir. Türkiye her açıklamasında ve hareketinde taraflara bunu hissettirmelidir. 

Rusya, Çin ve İran'la iyi ilişkiler geliştirmeyi hedefleyen, bunu yaparken de Avrupa'nın özünde olmasa da temsilcisi gözüktüğü evrensel değerlerden vazgeçmeyeceğini gösteren Türkiye, dış politikada ortak bir akıl oluşturmalı ve taktik adımları nihai stratejinin yerine koymamayı öğrenmelidir. 

Taktiksel başarılar asla stratejik zaferlerin yerini dolduramaz ancak bunun için öncelikle bir Türk Stratejisine ihtiyacımız olduğu da göz ardı edilemez.