Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Tuncay MOLLAVEİSOĞLU

Tuncay MOLLAVEİSOĞLU

Sarayın uçanı, ceketin pantolonu...

Urfa'da işsizlikten bir genç kendini ateşe verdi... En son yoğun bakımdaydı...

O kardeşimizin üzüntüsü ve endişesi içimizdeyken Kocaeli'nden bir haber geldi...

Oğluna okul pantolonu alamayan baba İsmail Devrim, evin banyosunda kendini asarak hayatına son vermişti...

45 yaşındaydı... Tornacılık yaptığı sırada iş kazası geçirmiş ve çalışamaz hale gelmişti.

Her yoksul baba gibi onun da dileği çocuklarının aynı kaderi yaşamamasıydı... 

Biri lise son, diğeri lise birinci sınıfta iki çocuğunu okutabilirse; belki gerçek bir hayatı yaşayabilecek imkanları olacaktı...

Bakın anne Hafize Devrim nasıl anlatıyor;

"Lise 1'e giden oğlum okuldan geldi. Anne, 'pantolonum okulun istediği pantolon olmadığı için dersime giremedim. Bir gün yok yazıldım.' dedi. Babası duyunca çok üzüldü. 'hemen gidip alalım oğlum' dedi ve Gebze'ye gidip aldılar. Akşam 21.00 gibi eve geldiler. Eşim bize 'hemen yatın artık, çok yorgunum' dedi."

Sabah uyandığında Hafize Hanım eşini banyodaki boruya kendini asmış şekilde buldu! 

Acılı anne "oğlumun okul kıyafetinin üst kısmını almıştık, altını da sonra alırız diye düşündük" diyor...

Eşinin intihar etmeden önceki üzüntüsünü ağlayarak anlatıyor; "Ben size bakamayacaksam niye yaşıyorum ki? Çocuklarıma bakamıyorsam neden?"

*

Bakın, yukardaki hikaye Türkiye'yi sarstı... Bir romandan alıntı gibi ama değil!

Dünyaca ünlü Rus Yazar Dostoyevski romanlarında en yoksul, en acılı, en hastalıklı ve çaresiz insanların hayatlarına yer verir...

Gazete köşelerinde kaybolan bu bıçak yarası haberleri okuduğumda Dostoyevski'nin romanlarından birinde geçen şu sözünü hatırlarım;

"Emin olun, öyle kederli, bunaltıcı anlarım oldu ki, ben de herkes gibi gerçek bir hayat yaşayabilecek miyim diye kuşkulanıyordum."

Gerçek bir hayat!...

80 milyonun yarısı yoksulluk içinde...

"Gerçek bir hayat yaşama" hakkı olan kadınlarımız, gençlerimiz, çocuklarımız aç, yoksul ve umutsuz...

*

Türkiye'de babalık sorumluluğu olan namuslu insanlara baktığımda ATLAS'ı görüyorum... Hani Yunan mitolojisinde geçen ve omuzlarında gökkubbeyi taşımakla cezalandırılan ATLAS'ı...

Çaresizlik, geleceğe dair en küçük bir umudun olmayışı, çocuklara yetememe duygusu o gök kubbeyi ailelerin başına yıkıyor!

Gece gündüz demeden, hafta sonu, yıllık izin bilmeden köle gibi çalışıyor insanlar... Son krizin, boğaz tokluğuna da olsa tutundukları tek dalı koparıp almasından endişeliler...

Binlerce kişiye istihdam sağlayan dev firmalar batıyor...

Yoksulluk denizinde ATLAS'ın dizlerinin bağı çözülüyor...

 Ama bu memleketi Olimpos Dağı'ndan yönetenler; ejder meyveli sofralarda, organik, kuş sütü eksik masalarda gün geçiriyor...

Oturan Saray'a uçan Saray'ın katıldığı memlekette, çocuğunun okul kıyafetinin ceketini alıp pantolonunu erteleyen aileler yaşıyor!

Saray soytarısız olur mu?

Saray'ın medyadaki ve bürokrasideki soytarıları... Onlar, intihar eden insanlara kulp takmakla meşguller...

Neymiş efendim, sorun psikolojikmiş!

Kriz miriz yokmuş...

2009 senesiydi...

Yine kriz miriz yoktu... Dolar yerinde sayıyordu... 

Marmara Üniversitesi Rektörü'nün açıklamaları hâlâ kulağımızda;

"İlk belirlediğimiz 10 öğrenci dersler sırasında bayılmışlar. Doktor açlıktan bayıldıklarını söyledi. Yüzlerinden anlıyorsunuz gıdasız olduklarını... Çoğu günde bir öğün yemek yiyor."

Rektör ne yapsın? Çorba projesini! devreye sokmuşlar... Bir bardak çorbayı öğrencilere bedava vermeye başlamışlar, içine bol kıtır ekmek...

O gün bu açlığa, çaresizliğe kulağını tıkayanlar bugünlerin sorumlularıdırlar.

İsmail Devrimlerin ve onların yetim kalan çocuklarının...

*

Yüreğim sızlayarak bakıyorum fotoğraflara;

Fenerbahçeliymiş baba oğul... Babasının pantolon yüzünden girdiği bunalım ve intiharı, bu pırlanta gibi evladımızın omuzlarında kalır mı?

Dilerim öyle olmaz... Olmamalı...

Fenerbahçe Camiası "sahip çıkacağız" dedi... Onlara da bu yakışır... Yalnızca yoksulluklarına değil, çocukların vicdanlarına da bir merhem bulmanız gerekecek.

*

Dostoyevski, "sadece insanlardan ve zalimlikten korkuyorum" diyordu...

"Gerçek bir hayatı" yaşamanın düşlerini kuruyordu kahramanları...

Nazım Hikmet ise kötü yönetimlerin çölleştirdiği bu topraklardan yanıt veriyor;

"sanki hiç yaşamamış gibi ölenlerin" topraklarından...

Yazarın Diğer Yazıları