Savaş başlıyor ve seçimler

Seçim öncesi ve sonrası çalışmalarımdan ötürü Yeniçağ Gazetesi’ndeki yazılarıma uzun bir süre ara vermek zorunda kalmıştım. Bundan sonra Pazar günleri sizler ile bu köşede tekrar birlikte olacağım. Bana bu imkanı veren değerli Yeniçağ ailesine teşekkürlerimi iletirken, değerli Yeniçağ okurlarına da sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

H  H  H

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 5 Ağustos’da Malezya’da yapmış olduğu açıklamada “ABD ile yaptığımız anlaşma çerçevesinde , üstlerimizin, özellikle de İncirlik üssü’nün açılması konusunda mesafe katettik... İnsanlı ve insansız Amerikan uçaklarının gelmeye başladığını görüyoruz. Yakında IŞİD’e karşı hep birlikte kapsamlı bir savaş başlatacağız” demiş. Bakan bu açıklamayı yaptığında İncirlik’ten kalkan insansız uçaklar Suriye’de ilk saldırıyı gerçekleştirmişlerdi. Önümüzdeki günlerde ABD Hava Kuvvetleri’nin 480. Filosu Almanya’dan Türkiye’ye gelecek ve İncirlik hava alanından Suriye ve Irak’taki IŞİD hedeflerine saldırıya başlayacak. Amerikan Hava Kuvvetlerini IŞİD’e karşı koalisyonda yer alan diğer ülkelerin savaş uçaklarının gelmesi de izleyecek. Özetle, Türkiye bir savaşa girmiş durumda. Bu iki ordu arasında cephede gerçekleşen bir savaş değil. Bu savaş bütün Türkiye’nin cephe olduğu bir terör saldırısı şeklinde gerçekleşecek savaş. Türkiye bu savaşı hem PKK hem IŞİD’e karşı sürdürüyor.

Tabii ki IŞİD, Türkiye’den kendisine yapılan saldırılara cevap verecek. IŞİD’in Irak ve Suriye dışında terör eylemi gerçekleştirme kabiliyetinin küçümsenmemesi gerekiyor. IŞİD ile organik bağı olmasa dahi IŞİD adına saldırı düzenlemeye hazır bir çok radikal unsuru dünyanın bir çok ülkesinde görmek mümkün. Türkiye için IŞİD’i daha vahim hale getiren IŞİD’in Türkiye içinde de örgütlenmiş olması. AKP Hükümetinin gösterdiği hoşgörü sayesinde IŞİD Türkiye’yi, Suriye-Irak iç savaşının cephe gerisi olarak örgütledi. Türkiye’den binlerce insan IŞİD saflarına savaşmaya gitti. Bir bölümü hala savaşıyor, bir bölümü geri döndü. Gidemeyip, IŞİD’in amaçlarına hizmet etmek için yanıp tutuşanların sayısı da az değil. Ancak daha önemlisi IŞİD’in Türkiye içinde uyuyan hücreleri. Bunlarda muhtemelen kitlesel kıyım hedefli eylem gerçekleştirecek.

Öte yandan AKP’nin müzakere sürecinde teslim olduğu ve Güneydoğu Anadolu’yu fiilen devrettiği PKK terör örgütüne karşı devlet güçlerinin zorlaması ile başlayan bir terörle mücadele süreci vardır. Bu terörle mücadelenin geleceği belirsizdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Açılım bitti” derken, Başbakan Davutoğlu ve AKP’li bakanlar, açılımın devam edeceğini ifade etmektedirler. PKK ise müzakere sürecinde çatışmasız olarak sürekli meşruluk ve güç kazanarak değerlendirdiğini gördüğü için şimdi devleti tepki göstermesine neden olan Ceylanpınar’daki 2 polisin şehit edilmesi eyleminden pişmandır. Örgüt, bu eylemi gerçekleştirirken, devletin son 3 senede olduğu gibi tepki göstermeyeceği noktasından hareket etmiştir. Şimdi örgüt bir yandan “tekrar müzakerelere dönelim”  derken, diğer yandan terör eylemlerini bölgesel ayaklanmaya dönüştürecek hazırlıklar içindedir.

Bedeli ağır olur 

Özetle, IŞİD ve PKK ile savaş yeni başladı ancak önümüzdeki dönemde savaşın temposu artarak yükselecek. Savaş ortamında genel seçim olmaz. Olur ise bedelinin yüksek olma ihtimali çok yüksek olur. Terör ortamında genel seçim yapmak kitleleri terör saldırılarına açık hale getirmek demektir. Mitingler, terör örgütlerinin açık saldırı alanı haline gelir. Terör örgütleri kitlesele kıyım hedefine ulaşmak amacı ile eylemlerine hedef teşkil edecek faaliyetler seçim döneminde yoğunlaşır.  Hiçbir ülke terör ile karşı kapsamlı bir çatışmanın içine girdiği bir dönemde genel seçim yapmaz. Türkiye’nin 2010’lu yıllarda karşı karşıya olduğu terörün doğası 1990’lı yıllarda karşı karşıya olduğu terörden çok daha farklıdır. 1990’lı yıllarda IŞİD gibi konvansiyonel / gerilla / terör karışımı eylem bütünlüğüne erişmiş bir terör örgütü dünyada yoktu. Bugün var ve onun ile savaşıyoruz. Ayrıca PKK bugün 1990’lı yıllarda olduğundan çok daha güçlüdür. 1990’lı yıllarda PKK ile çatışmalar kırsal kesimde yoğunlaşıyordu. Bugün ise PKK kentlerde AKP’nin kentleri PKK’ya teslim eden politikalarının sonucunda büyük bir silahlı etkinlik kazanmıştır. 

Bugün yaşadıklarımız büyük ölçüde PKK’ya teslim olan AKP’nin yanlış politikalarının sonucudur. AKP, müzakerelerde alanı PKK lehine boşalttı. Kalekolların inşaatı büyük ölçüde durduruldu. Güvenlik güçleri alan boşaltır, operasyonlarını durdurur, garnizon ve karakollarına sığınmaya zorlanırken, terör örgütü her geçen gün Güneydoğu Anadolu bölgesinde otoritesini inşa etmiştir. Terör örgütü, Hükümetin sağladığı dokunulmazlık ile örgütlenme, istihbarat, yeni adam temini gibi çalışmalarını yürütürken ve kırsaldan il ve ilçe merkezlerine doğru örgütlenerek inerken, güvenlik güçlerine müdahale etmeme emri verilmiştir.

Oslo’da müzakerelerde PKK temsilcilerine PKK’yı aldığı önlemler ile rahatsız eden vali ve emniyet müdürlerini Hükümete şikayet edebilecekleri ifade edilmiştir. PKK’yı rahatsız eden  Türkiye Cumhuriyeti valileri tasfiye edilmiş, yerine TSK’nın operasyon taleplerini reddeden, Öcalan’a “çözüm sürecine katkılarından dolayı” teşekkürlerini sunan valiler atanmıştır.

Terör örgütü ise müzakereleri, AKP’nin sürekli taviz verdiği, örgütün ise Güneydoğu Anadolu’da devlet iktidarı yanında örgüt iktidarı inşa etmek için kullandığı bir süreç olarak değerlendirmiştir. İmralı’da Öcalan ile AKP’li bürokratlar arasında Yeni Türkiye’nin anayasal yapısının pazarlığı yapılırken, terör örgütü, Güneydoğu Anadolu’da yol kontrolü, vergi toplanması, yargılama yapılması, hazırlanan bir ayaklanmanın askeri/politik altyapısının oluşturulması çalışmalarını sürdürülmüştür.

Hatalar itiraf ediliyor!

 Sonuç olarak, PKK ile mücadele 1990’lı yıllardan daha zor olacak. Çünkü AKP Hükümetleri müzakere sürecinde PKK’nın güçlenmesine yardımcı oldular, önünü açtılar. Bakın, 3 Ağustos 2015’de Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, bir televizyon kanalında şunları söyledi:

 “Bizim prensibimiz zaten bugüne kadar onlar ateş etmedikçe, eylem yapmadıkça biz yapmayacağız idi. Bunu biz son güne kadar, 10-15 gün evveline kadar hep uyguladık. O yüzden bizi halk da eleştirmiş olabilir, ‘Bunlar silahlarıyla her gün köylerde ama siz bunlara bir şey yapmıyorsunuz.’ Halkın şöyle söylediğini biliyorum, ‘Üzerinde silah olan PKK’lı teröristler karakolun önünden geçiyorlar, onlara el sallıyorlardı. Asker de onlara hiçbir şey yapmıyordu.’ Durum biraz böyleydi. Ama bunun bir tek sebebi vardı, tekrar terörün hortlamaması, siyasi görüşmelerin, müzakerelerin sonuca ulaşması. Meğer onlar alay ediyorlarmış. Yani el sallarken, ‘Biz buradayız bak, sen de bize karışamıyorsun.’ ” 

AKP’nin yapmış olduğu hataların bedelini şimdi bütün Türk Milleti ve devleti ödemektedir.

Bütün bunlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’yi erken genel seçime götürmek istiyor. Aslında Erdoğan Türkiye’de erken genel  seçimleri isteyen tek kişi. Erdoğan’ın erken genel seçim istemesinin tek nedeni 17 ve 25 Aralık soruşturmalarını durduracak bir AKP Hükümeti için son şansını denemektir. Bundan dolayı, AKP-CHP koalisyon görüşmelerini Erdoğan açık bir şekilde sabote etmiştir. 

MHP ise Genel Başkan Sayın Devlet Bahçeli’nin bir çok kez açıkladığı gibi PKK’ya teslim oluş şeklinde gerçekleşen açılım adı verilen sürecin durdurulmasını ve ülkenin ve milletin birliğini ve bütünlüğünün sağlanması için gereken adımların atılmasını bir koalisyon için ilk şart olarak öne sürmüştür. MHP’nin 2. şartı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Anayasa’nın 104. maddesinde verilen yetkilerin dışına çıkmamasıdır. 3. şartı ise Anayasa’nın 138. Maddesinde vurgulanan yargı bağımsızlığının sağlanması, hukuk devletinin tekrar tesis edilmesi ve 17-25 Aralık yolsuzluklarının mahkeme önüne çıkarılmasıdır. MHP, hepsi temeli anayasada olan ve Türkiye’nin birliğini hedef alan bu şartlarına AKP’nin de “evet” demesi durumunda değil elini vücudunu bile taşın altına koyacağını açıklamıştır.

Bütün bu açık tehlikelere rağmen Erdoğan Türkiye’yi kişisel çıkarları uğruna bir erken genel seçime götürebilir. Böyle bir erken seçim olur ise MHP oylarını artırma mücadelesi verecektir ve başarılı olacaktır. Türkiye teröre karşı büyük bir savaş verirken ve seçmenin en önemli sorunu güvenlik olunca en fazla güvenebileceği parti MHP olacaktır. Özetle, bugün MHP’nin oy kaybedeceği üzerine yapılan hesaplar hayatın dinamizmini kavramaktan uzak statik ve kökten yanlış analizlerdir. MHP, bir kez daha Bülent Arınç’ın itiraf ettiği gibi haklı çıkmıştır.

Anketler geçerli değil  

MHP, kendisini ve duruşunu anlatmanın yanında, Türkiye’nin Erdoğan tarafından neden ve nasıl erken seçime sürüklendiğini de anlatacaktır. Özetle bugün yapılacak bir seçim anketinin 4 ay sonra yapılacak bir seçim konusunda sonuç vermesi mümkün değildir. Önümüzdeki 4 ayda savaşan bir Türkiye’de nelerin olacağını kestirmek Temmuz anketleri ile anlaşılabilecek bir husus değildir.  Sonuç olarak Türkiye eğer Erdoğan tarafından bir savaşın içinden geçeceği bir seçime götürülür ise ülkemiz AKP’nin hatalarının bedellerini ödeyerek bu seçimi eninde sonunda aşar ve en büyük bedeli sandıkta AKP’ye ödetir.  

Yazarın Diğer Yazıları