Savunma Sanayii’ne sorular

Savunma Sanayimizin alımlarının yarısının milli imkanlardan karşılanması gibi konularda kayda değer ilerlemeler var. Fakat atılan adımları anlamlandırmak pek kolay değil.
1923’ten 1948 arasında askeri harcamalar genel bütçenin yarısına denk geliyordu. 2. Dünya Savaşı döneminde askeri harcama rakamlarının bütçenin tamamını aştığı yıllar dahi oldu. Olağanüstü zamanlarda böyle bir durum anlaşılabilir. Sonraki yıllarda bu oran kademeli azalarak 1960’a gelindiğinde yüzde 36’ya kadar indi. Fakat darbe (28 Şubat dahil) dönemlerinde dış bağımlılık katlanarak artmaya devam etti. 12 Mart darbesi sonrası Kıbrıs Harekatı’nın da etkisiyle savunma harcamaları üç yılda 3 kat arttı. Bu konularda Dr. Levent Kalyon’un “Türkiye’nin Savunma Politikaları Üzerine/ Kırmızı Kim?”  kitabı ilgilisine detaylı bilgiler sunuyor.
Ne Johnson Mektubu (1964) ne 1974 Ambargosu konunun ciddiyetini anlamamıza yetmedi. Aselsan, Havelsan, TAI gibi nisbeten güzel işler de çıkaran kurumlara rağmen sektörün genelindeki  “dışardan tedarikçi” anlayış ise değişmedi. Hatta  “montaj sıkıntısı”  ile uğraşılmak istenmediği durumlar dahi oldu. Kalyon’un ifadesiyle  “Bağımlılık semptomu” öyle bir noktaya ulaştı ki; 1957’de ABD yardımı 1600 jeep’in montajının Türkiye’de yapılmasına dahi yetkililerimiz karşı çıkmıştı. Amerikalılar Türkiye’de montaj kararında direnince Tuzla’da Jeep Montaj Fabrikası kurulmak zorunda kalınmıştı.
1990’lara gelinceye kadar Savunma Sanayi planlamacılarının en önemli işi ihtiyaçların hangi ülkeden ve finansmanı için hangi yabancı kaynaktan karşılanacağıydı. Önceki yazımızda belirttiğimiz şekilde, Nuri Demirağ, Nuri Killigil, Şakir Zümre ve Vecihi Hürkuş’un başına gelenler özel sektörün de gözünü korkutmuştu. Zaten yüksek vergi oranları silah sanayi girmek isteyenleri caydırmaya yetiyordu. Bugün önemli aşamalar katedilse de şüpheler henüz izale edilmiş değil. Savunma sanayinin ’dışardan tedarik’bağımlılığı ve montaj sektörünün getirdiği ’risksiz tatlı kâr’tutkusu sektörü frenlemeye devam ediyor.
Haberturk.com’da Kemal Pehlivanoğlu’nun  “Türkiye İsrail ile rekabet edebilir mi?”  başlıklı araştırma haberinde ise İsrail devlet şirketi IAI’nın yöneticisi Itzhak Nissan’ın  “Brezilya, bir zamanlar bizim en büyük müşterimiz olan Türk pazarına karşı alternatiflerden biri”  sözlerine yer veriliyor. Türk Savunma Sanayi Müsteşarlığı Uluslararası İşbirliği Dairesi Başkanı Lütfi Varoğlu da, sektörün başlı başına bir ihracatçı birliği kuracak aşamaya geldiğini söylüyor.
Bir özel sektör firması yetkili ise iyimser yaklaşımlara rağmen İsrail’in Türkiye pazarını yitirmediğini, dolaylı yoldan sanayi sistemleri ithalinin devam ettiğini ileri sürmüş. Yetkili şöyle diyormuş:  “TAI’nin yaptığı oto pilot İsrail’den geliyor. Gövde yapmak sorun değil ki, onu çocuk bile tasarlayabilir, önemli olan silahtan ziyade silahı ateşleyen tetiktir, tetik silahın beynidir ve sonuçta elektronik mekanizma kumandasını yine İsrail yapıyor. Ayrıca Milli Tank olarak takdim edilen araç da aslında Güney Kore’de yapılıyor. Milli taarruz helikopterinin testi ise İtalya’da yapılıyor. Önemli yazılımların üretimini bize hiç bir zaman vermezler. Türk Silahlı Kuvvetleri bu anlamda hala yüzde 99 bağımlı.”
Dün (Perşembe) itibariyle Savunma Sanayi İcra Komitesi, “Genel Maksat Helikopter Projesi”  kapsamında ’dışardan tedarik’edilecek 121 helikopterin Amerikan Skorsky’den mi yoksa İtalyan AgustaWestland’dan mı alınacağına karar vermek üzere toplandı. İhalenin ana yüklenicisi TAI’nin (TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ) bu projedeki esas rolü de montaj aşamasında yerli katkı oranını artırmak!
Şüphelenmekte haksız mıyım? Merak ediyorum, Türkiye’nin savunma sanayindeki dışarıya bağımlılığı resmi açıklamalara göre yüzde 50 görünüyorken, aslında yüzde 99 mu? SSM’ye bir sorum daha var. Dış Askeri Satış (FMS) kapsamında hangi birimler yabancı ülkelerle kaç ayrı sözleşme imzaladı?

Yazarın Diğer Yazıları