Savunmadan çıkıp gol atma zamanı

Birkaç hafta önce tehlikeye dikkat çekmiştik... Avrupa Parlamentosu’ndaki (AP) yetkililerin  “bu karar tasarısı Türkiye raporunu etkilemeyecek” taahhütleri eşliğinde diasporaya destek vereceklerini ifade etmiştik. Avrupa Parlamentosu 1915 olaylarına ilişkin, sözde Ermeni soykırımına dair karar tasarısını oy çokluğuyla kabul etti. Böylelikle bize göre sürpriz sayılmayacak bir sonuç açıklanmış oldu. Türkiye açısından bu kararın bir bağlayıcılığı olmasa da AB ülkelerinin önemli bir kısmının ideolojik bağlamda Türkiye’ye bakışı belli. Önümüzdeki süreçte sözde soykırımı tanıma konusunda daha önce bunu kabul eden 11 AB ülkesi dışındaki hamlelere hazırlıklı olmalıyız. Ancak meselenin en dikkat çekici yanlarından birisi, Türkiye’nin bunu önlemeye dönük çabalarının uzun yıllardır olduğu gibi belirli bir sistem ve özgünlükten uzak oluşudur. Acaba diplomatik makamlar tasarının oylanarak kabul edilmesinden ne kadar süre önce karşı hamlelerde bulunmuşlardır? Her yıl ve özellikle sözde iddiaların 100. yılı çerçevesinde bütün kozların oynandığı bir dönemde Türkiye, hangi etki ve ölçülerde diplomasi çalışması yürütmüştür?
Vatikan para aldı mı?
Bu meselede siyasilerin yapacakları açıklamalar elbette önemlidir ama en önemlisi bu açıklamalar üzerine dinamik, proaktif ve gerekli araçlarla mücadele edebilecek bir kamu diplomasisi yöntemi inşa edilmek zorundadır. Bununla birlikte yönteminizi belirleseniz bile yeterli bütçeye ve bu bütçeyi en uygun biçimde kullanabilecek uzman bir takıma ihtiyaç vardır. Uzağa gitmeye gerek yok; Papa Francis’in sözde soykırım iddialarına destek veren açıklamasının altındaki nihai sebebin Vatikan Bankası’na (IQR) yatırılan 25 milyar dolar olduğu bazı haber sitelerinde geniş yer buldu. Ne kadar doğrudur bilinmez... Fakat soykırım yapma konusunda tarihi sicilleri bozuk olan Haçlı zihniyetinin, daha öncede bu tip skandallara imza attığını hatırlamak gerekir. Şekil olarak Papa’nın 1 milyardan fazla insanın ruhani lideri olduğu göz önüne alınırsa, bu adım Ermeni diasporası tarafından büyük bir başarı olarak kabul edilmektedir. 
Psikolojik savaş
Bu açıklama üzerine Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan gelen sözler de ilginçtir. Çavuşoğlu,  “Bosna ve Ruanda olayları uluslararası mahkemelerce soykırım olarak saptanmasına rağmen bunlara ’toplu kıyım’diyor ama hukuken tanınmayan 1915 olaylarıyla ilgili ’soykırım’ ifadesini kullanıyor. Burada ayrımcılık var”  dedi. Bakan Çavuşoğlu, uluslararası sistemi ve özellikle Avrupa’yı yakından tanıyan birisi. Eğer Türk Dışişleri proaktif davranmak istiyorsa, bu durumu salt bir ayrımcılık olarak değerlendirmesi son derece eksik bir yaklaşımdır. Zira meseleyi sadece böyle değerlendirecek ve seslendirecek olursak  “onları da soykırım diye tanımlarsanız, problem kalmaz”  şeklinde bir sonuca götürür ki bu, gerçekten diasporanın uzun süredir yürüttüğü psikolojik savaşta daha da ilerlemesine imkân tanıyacaktır. 
Ne yapmalı?
Biz her zaman söyledik yine söylüyoruz... Türkiye’nin öteden beri kullandığı “işi tarihçilere bırakın onların kararına uyalım”  şeklindeki yaklaşımı kural olarak doğrudur. Fakat Ermeni soykırımı iddiaları ile Hocalı soykırımı, ayrılmaz bir bütündür. Bunu ayırdığınız anda mücadeleye 1-0 yenik başlıyorsunuz demektir. Türkiye bu eksende kendi yaklaşımını ortaya koyarken. kamu diplomasisi ve ona uygun araçları harekete geçirmekten kaçınmamalıdır. Maalesef bizim bu hususta yıllar boyu etkin bir sistem inşa edemeyişimiz, siyasi sebeplerle ve kısır çekişmelerle ehil insanları alanın dışında bırakmamız ve en önemlisi bu anlayışı yurt dışındaki Türk toplumuna bu sorunlu anlayışı ihraç etmemiz, diasporanın gücüne güç katmıştır. Düşman düşmanlığını elbette yapacaktır; ama onların yaptıkları kadar bizim yapamadıklarımız da sorgulanmaya muhtaçtır.

Yazarın Diğer Yazıları