Savunmasız ülkem!

12 Mart’ta, 1921’de İstiklal Marşımızın kabulü ve 1971 Muhtırası’nın yıldönümlerinde tarihi önemdeki konuları es geçmek zorunda kalıyoruz. Zaten gündem sihirbazlarının beklediği de bu. Ciddi sorunların üzerini örtmekte profesyonelleştiler. Hayırda elleri kısa olsa da şerde kimse ellerine su dökemiyor! 
Türkiye’nin dış politikası itibarsızlık çukuruna hızla yuvarlanırken tarihin en hızlı çekilme harekatını (Şah Fırat Operasyonu) gerçekleştirmişiz, İsrail’in gönlünü hoş tutmak için neredeyse onların bile unuttuğu Struma faciasının 73. yılı anısına resmi törenler düzenlemişiz, Obama’ya  “seninle eskiden ne de güzel arkadaştık” türünden sevimlilikler yapıyor ama buna rağmen dünyada giderek yalnızlaşıyormuşuz, artık önemli değil! Ekonomi dibe vurmuş, işçi-memur kredi borcundan intihar noktasına gelmiş, fabrika açmayı unutup rant ekonomisine dönmüşüz, son 5 ayda yaklaşık 8 milyar dolarlık sermaye çıkışı olmuş, büyük devletler sıralamasında iki kademe daha düşerek 18’inciliğe gerilemişiz, kimin umurunda! 
Hırsızlar makbul, namuslular makul şüpheli vatandaş muamelesi görüyormuş, teröristle doğrudan masaya oturarak sivil muhalefeti silah kullanmaya teşvik ediyor ve masum vatandaş teröristin insafına terk ediliyormuş, bunları eleştirenler ise hain, paralel, düşman ilan ediliyor, yazanlar hapse tıkılıyormuş, tek adam tipi başkanlık sistemi kurulmadan ülke eyaletlere bölünüyormuş, sorun mu?!  
Eğer yukarıdaki sorunları gerçekten dert edinenler olsa ben de savunma sanayisi gibi ikinci önemdeki konulara gireceğim. Bu konunun a’dan z’ye masaya yatırılması gerekiyor. Bir bütün olarak ele alınmadığı için neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Sorunun temelinde şimdiye kadar Turgut Özal dışında devleti yönetenlerin teknik konulara ilgisizliği, bu konuyu askerin inisiyatifine bırakması geliyor. Oysa askerin işi, bu silah ve donanımı kullanmaktır, bunun teknolojisi, bakımı, yenilenmesi, uluslararası piyasanın takibi askerin işi değildir ve olmamalıdır da! 
Son yıllarda gurur duyduğumuz gelişmeler oldu. Savunma sanayisinde dışa bağımlılık yüzde 50’lere kadar geriledi. Ancak yüksek düzeyli (sofistike) silah sistemlerdeki bağımlılıkta maalesef dişe dokunur bir ilerleme yok. Üstelik bu sorun stratejik akıldan uzak bir ideolojik zihniyetle iç politika aracı olarak kullanılıyor. 
Örneğin Suriye gibi ekonomisi zayıf, iç politikası karışık ve üstelik İsrail’le çatışma yaşayan küçük bir devlete karşı dahi kendimizi korumak için hem NATO desteğine ihtiyaç duyuyor hem de onlara karşı dikleniyoruz! İsrail’i gerçekten durdurmak istiyorsan, onunla savaşan Suriye’yi niye arkadan vuruyor, ikinci bir cephe açmak zorunda bırakıyorsun? İsrail, bizimkilere ne kadar teşekkür etse yeridir! 
Madem Esad’ı devirerek dünya lideri olacaksın, o zaman sınırlarını korumak için niye Batıyı yardıma çağırıyorsun. Bu nasıl bir bölgesel güç ki, bölgedeki en zayıf devlete karşı dahi kendini koruyamıyor? Peki NATO’ya muhtaçsan Çin’le füze anlaşması ne iş? Çin’le anlaşıyorsan onun düşmanı Güney Kore ile  “milli savaş uçağı FX-1”  projesi nedir? Bu tutarsızlıklar sonucunda Çin’le imzalanan füze anlaşmasından nasıl yan çizeceğini bilemez, sonunda Güney Amerika’da kendine askerî destek aramak zorunda bırakılırsın! 
Türkiye’nin öncelikle, savunma sanayisinin tüm yönlerini bilen uzmanlarını, aynı masanın etrafına toplaması gerekir. Asker havacısı, denizcisi ve karacısıyla, İçişleri sahil güvenlik, jandarma ve polisiyle ve hükümet dışişleri, savunma ve ekonomi yönetimleriyle aynı masa etrafında toplanmalı ve planlama yapmalıdır. Maalesef her biri diğerinden bağımsız savunma planlaması yürütüyor. Bu kurumlar kendi içlerinde dahi ortak bir program geliştiremediği için Savunma Sanayisi de rüzgâra göre savruluyor. 
Öteden beri darbelerin ülkeye verdiği en ciddi zarar bu konuların tartışılmasını, demokratik denetim mekanizmalarının çalışmasını engellemektir. Her kurum kendini kurtarmaya çalışırken aslında birbirine ayak bağı oluyor! Birinin yaptığı anlaşma diğerinin önünü kesiyor! 
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerindeki gibi bugün de asıl sorunlar gözden kaçırılıyor. Sonuçta 50 yıl önce envanterden düşülen F4 jetlerini biz 2020’ye kadar kullanmak zorunda kalıyoruz. Zamanında isabetli kararlar verilse önce ABD’ye, sonra İsrail’e maliyetinin kat kat fazlası bakım ve yenileme masrafları ödemez ve belki onca şehit vermezdik. 
Maalesef iktidardakilerin koltuk hırsı ve kaderini tek adamın istikbaline bağlamış yetkililer yüzünden Türkiye bir kez daha faturasını çocuklarımızın ve hatta torunlarımızın ödeyeceği tarihi hatalara düşüyor, savunmasız bırakılıyor... 

Yazarın Diğer Yazıları