Seçmene düşen görev

7 Haziran 2015 Genel Seçimleri bir dönüm noktası olacaktır. Türkiye yeni Türkiye macerası sonunda milli kimliksiz ve Türk Milletini reddeden bir yeni anayasayla çok ortaklı hale dönecek, milli devlet olmaktan uzaklaşacak veya Milli Mücadelenin tacı olan 1923 Cumhuriyeti sürdürülecektir. İşin özü budur. Böyle önemli bir kararda futbol takımı tutar gibi parti tutulmaz ve duygusallığa yer yoktur. Herkes akılcı ve gerçekçi bir tavır almak mecburiyetindedir. Eski genel seçim alışkanlıkları tekrarlanamaz. Seçmen büyük sorumluluk yüklenmektedir. 
    Partilerin milletvekili aday listeleri ortaya çıktığından beri ekranlarda yadırgadığımız bir tanıtım izleniyor. Aynen Osmanlı Meşrutiyet Meclisi'nde olduğu gibi Osmanlılığı ve Türklüğü reddeden örnekler görülüyor. Sanki T.C.'de değil de Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti bir imparatorluk mu, yoksa milli bir devlet mi? Adayların Romanlığı, Boşnaklığı, Ermeniliği ve benzeri özellikleri o kadar öne çıkarıldı ki; bir de hangi takımları tuttukları belirtilse film tamamlanacaktı. Sanki bu vatandaşlarımızın etnisiteleri yeni keşfediliyormuş gibi bir görüntü verildi. Bu işgüzarlığı anlamak gerçekten zordur. Etnik rüzgârlarla Türk Milletine mensubiyetin yerini etnik aidiyet almış görünüyor. Sadece bu örnek bile, bu ülkeyi 2002'den beri yönetenlerin ne kadar başarısız olduğunu gösterir. İktidarların görevi milletleşmeyi bozmak ve ufalamak değil, birlik ve bütünlüğü sürdürmektir. Bütün içinde parçaların bir anlamı vardır. 
    Genel Seçimlere ülkemiz, öncelikli beş olumsuz göstergenin ışığında gitmektedir: 
- Ekonomide kırılma ve yatırım yetersizliği dolayısıyla zirve yapan işsizlik, artan cari açık ve dış borç, TÜİK verilerine göre patatesten soğana, lahanadan kırmızı mercimek, Antep fıstığı, mandalina, şeftali, nar, sarımsak, kurufasülye ve nohuta kadar bir çok tarım ürününü ilk defa ithal eden bir Türkiye,
- Parlamenter demokrasiyi bekleme odasına tıkmaya çalışan, demokraside daralmanın görüldüğü, kazanılmış hak ve hürriyetlerden geriye giden, mevcut anayasayı hiçleyen, hukuk devletini yıpratan bir yönetim anlayışı,
- Dış politikada yalnızlaşan, ilişkileri bozulan, dünün İran'ının konumuna aday bir ülke,
- Milli hassasiyetlerde gevşeme ve yumuşamanın doğurduğu garip bir hoşgörü ve edilgen tutum, milli birlik ve bütünlüğün tartışmaya açılması,
- Ankara'nın Bağdatlaştırılmasına gerekli tepkiyi gösteremeyen bir kamuoyu.
    Bunlarla birlikte yakın siyasi tarihimize damgasını vuran Ümraniye ve Balyoz davaları ülkemiz için içeride ve dışarıda itibar kırıcı olmuş; hukuk devletinde ve demokrasimizde onarılmaz yaralar açmıştır. TSK başta olmak üzere, milli kurum ve şahıslara karşı düzenlenen kumpaslar, zihinleri iyice karıştırmıştır. Siyasi çıkar için kullanılan malûm davaların, siyasi amaçla dıştan kumandalı açtırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak yıllar sonra, siyasi davaların -ne de olsa yine hukuk devletinde- hukuki sonuç vermesi kaçınılmaz hâle geldi. Bu davalarda görev alanların tutumları sürekli tenkit çekti; Yassıada savcı ve hâkimleri gibi kendilerini küçülttüler. Gönül arzu ederdi ki; 27 Mayıs 1960 darbesi sonrası Yassıada duruşmalarına karşı çıkanlar, Ümraniye ve Balyoz davalarına da aynı hassasiyeti gösterebilselerdi. Askeri vesayeti önlüyoruz diyenler başka türlü vesayetlerin dümen suyuna giriverdiler. Darbeleri önlüyoruz diyerek milli irade ve demokrasi vurgusu yapanlar, parlamenter demokrasiyi gözden çıkarıverdiler. Başkanlık sistemlerine özendiler. Keşke bundan, bir çok kurum ve şahıs yıpranmış olarak çıkmasaydık.   
Aşırı sol militanlarca şehit edilmiş olan öğrencimiz Alper Tunga Uytun'a Allah'tan rahmet diliyorum. İhanetlere başkaldıranlar unutulmaz. 
 

 

Yazarın Diğer Yazıları