Sefalet ve aymazlık böyle sürüp gidemez

Yoksulluk sınırının 3.700 TL’ye dayandığı günümüzde, ortalama memur maaşı 2.004 TL’dir. Profesörlerin dışındaki bütün akademisyenlerin tamamı, yoksulluk sınırının çok altında bir maaşa mahkûm. “Eşit işe eşit ücret” adıyla kamudaki bütün dengeleri bozan Hükümet, iki yıldır akademisyenlerin maaşını eşitleyecek eş değer bir kadro bulamadı. Her el attığı işi batıran, kamuoyundaki bütün itibarını bitirerek sıfırı tüketen ve dibe vuran Hükümet; bu ayıplı durumu düzeltecek bir çare bulamadı. Milletvekili danışmanları ve uzmanlar, profesörlerden daha üstün konuma getirildi. Yeni göreve başlayan mühendislerin, doçentlerden daha fazla maaş almaları sağlandı. Bravo Hükümet!
Nasıl olsa büyük memur kitlesinin geçim derdi bir çırpıda halledildi ya; artık tafrasından geçilmeyen çok başarılı hükümetimizin gözleri Üniversite’yi göremez. Hâlbuki Üniversite için için kaynıyor; için için yanıyor ve bitiyor! Üniversite’yi bu hâle düşüren ise, başarılarını öve öve bitiremeyen Hükümet’ten başkası değil!

 


***

 


Bilindiği gibi, Üniversite personelinin içinde bulunduğu ücret sorununu gidermek amacıyla, 57. Hükümet döneminde 2002’de sadece profesörler ve birinci derecedeki doçentlerle sınırlandırılmış kısmî zam yapılmıştı. Üniversite tarihinde ilk olan bu haksız, ayrımcı ücret politikasına şikâyetler artınca, diğer akademik personele de aynı oranda zam yapılacağı vaadinde bulunulmuş, Devlet sözü verilmişti. Ancak 13 yıldan beri, bu haksızlık düzeltilmedi.           
Nitekim bugün 1/4’deki en kıdemliler olarak profesör 4.729, doçent 3.376, yardımcı doçent 2.706, öğretim görevlisi ve okutman 2.395, 4/9’daki araştırma görevlisi de 2.331 TL alıyor. Üniversitelerdeki idari personelden 3/1’deki şef 2.111, 8/1’indeki memur 1.794,  3/2’deki bilgisayar işletmeni 2.063, 5/4’deki şoför 1.880, 11/1’deki teknisyen 2.269, 10 yıllık uzman da 2.170 lira maaşla süründürülmektedir. Akademisyenler bu maaşlarıyla bir yandan geçimlerini sağlamağa çalışırken, diğer yandan da bilimsel çalışma yapmak zorundadırlar.

 


***

 


Gerek araştırma ve öğretim görevlileri gerekse de yardımcı doçentler, Üniversite’de en ağır şartlar altında çalışan öğretim elemanları. Araştırma görevlileri ve yardımcı doçentler, kariyerlerini tamamlayabilmek için yabancı dil kurslarına devam etmek mecburiyetinde.  Ama parası yetmediği için, bu kurslara gidemeyen binlerce yardımcı doçent, doçentlik dil barajını aşamamakta; hayatının baharındaki genç araştırma görevlileri, ilmi araştırma yapıp kendilerini yetiştirme noktasında zorlanmaktadırlar. Sözün kısası, Üniversite’de durum tam anlamıyla bir krize dönüşmüş durumdadır.
Öte yandan, üniversitelerde okuyan öğrencilerin bildiri dağıtıp afiş asması suç haline getirilerek, pedagojik formasyon almaları engellenmek istenmekte. Bunun kısaca anlamı şudur: O öğrenciler bundan böyle öğretmen, akademisyen ve devlet memuru olamayacak. İnsan haklarına aykırı bu anti-demokratik tutum, darbe dönemleri ve 28 Şubat sürecini de geride bıraktı. Fişlemelerin sürmesi de, işin çabası...

 


***

 


Yine 1416 Sayılı Kanun’a dayalı olarak, Yükseköğretim kurumlarının öğretim elemanı ile kamu kuruluşlarının yetişmiş insan kaynağı ihtiyacını karşılamak amacıyla MEB tarafından yurt dışına lisansüstü öğrenim görmek üzere gönderilecek elemanların tespiti için sözlü sınavın konulması büyük bir skandaldır. 2013-YLSY Kılavuzu’nda yer alan bilgiye göre; yurt dışına lisansüstü öğrenim görmek için gönderilecek adaylar  “ALES puanının % 40’ı, sözlü sınav puanının % 40’ı ile mezuniyet notunun % 20’si dikkate alınarak” belirlenecektir. Ancak, 1416 sayılı Kanun’un muhtevasında lisansüstü öğrenim görmek üzere yurt dışına gönderilecek adayların seçiminde sözlü sınav uygulamasına yer verilmediği gibi, Kanun’un 8. maddesinde yazılı sınav usulünün esas olduğu açıktır. Yasaya rağmen kendini kanun koyucu yerine koyan MEB, okul ve şube müdürlüğü atamalarında, hak edenlerin hakkını sözlü sınavıyla gasp ederek hak etmeyen yandaşlara verme işlemini burada da sürdürmek istemektedir. Konu sendikamız (Türk Eğitim-Sen) tarafından yargıya taşınmıştır.

 


***

 


12 yıldan beri akademik personel ve özlük hakları gasp edilen idari personel, kan ağlıyor! Bu ülkede vicdanı olan herkes bilsin ki, bu sefalet ve bu rezalet böyle gitmez!
Ey on 12 ömrü palavralarla, aldatmacalarla ve hak gasplarıyla geçen İktidar! Bil ki bu sefalet ve bu rezalet böyle gitmez! Ey Millî Eğitim Bakanlığı’nı hak gasp etme bakanlığına dönüştüren zihniyet, bu zulüm böyle gitmez! Ve ey YÖK! Ey, Yüksek Öğrenim’in en üst düzeydeki örgütlenmiş kurumu! Başını kaldır da Üniversite’yi gör! Gör ve bil ki, bu sefalet ve bu rezalet böyle gitmez!

Yazarın Diğer Yazıları