Şekil dindarlığı...

Geçen hafta, eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun bir gazetede mülakatı yayınlandı. Söz konusu mülakatta Ali Bardakoğlu  “Sizce Türkiye dindarlaşıyor mu?”  sorusuna şöyle cevap veriyor:
“Türkiye’nin giderek dindarlaştığı tezi doğru değil. Şekil ve sembolleri ölçü alırsak, bolca kullanılan dinî kelime ve kavramları ölçü alırsak ilk bakışta dindarlaşma artıyor zannederiz. Ama dinin insandan beklediği özü ve samimiyeti ölçü alırsak, ahlakiliği esas alırsak, kendine ve çevresine barış ve huzur veren bir rahmet olmasını esas alırsak, çok gerilere gittiğimizi söyleyebilirim.”  (Hürriyet, 14 Ocak 2015)
Gerçekten de “şekil”i ölçü alırsak Türkiye’nin dindarlaştığını çok rahat söyleyebiliriz. Camilerimiz -özellikle Cuma namazlarında- tıklım tıklım... Sakallı gençler, başörtülü kızlar, okullarda ve iş yerlerinde mescitler, televizyonlarda dinî programlar hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde âyetli-hadisli atışmalar... Bütün bunlar son yıllarda dinin daha görünür hale geldiğinin göstergeleridir. Yani başak çok ama dane var mı, varsa ne kadar var? İşin bu cephesi biraz tartışmaya açık...
Şunu hemen belirtelim ki  “şekil” hiçbir zaman amaç değildir. Şekil, muhteva için vardır. Allah kendi ruhundan ona üflediği için insan ahsen-i takvim (en güzel şekilde) üzere yaratılmıştır. Yoksa en güzel şekilde yaratıldığı için insana yüce bir ruh üflenmemiştir.
“Şekil”in görevi, beden elbisesine bürünen ruhun yüceliğini korumaktır. Bu da “güzel ahlak”la olur. Hz. Peygamberimizin “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” buyurmasının hikmeti de budur.
Dinde her şeyin bir hikmeti, bir arka planı vardır. Dinî vecibelerin vaz oluş gayesi (hikmet-i teşriiye) unutulur ve ortada sadece şekiller kalırsa “ruh”, “şekil” de boğulmuş olur ve dinden geriye sadece bir iskelet kalır.
Söz gelimi namazın vaz oluş gayesi insanları kötülüklerden alıkoymaktır. (bk. Ankebut Sûresi, 29/46) Bir insan namaz kıldığı halde kul hakkı yemek, rüşvet almak, hile yapmak, iftira atmak, gönül kırmak gibi İslâm ahlakına uymayan davranışlar sergiliyorsa bu namaz kişiyi Allah’tan uzaklaştıran birtakım mekanik hareketler olmaktan öte bir anlam ifade etmez.
Yunus Emre ne güzel ifade etmiş:
“Bir kez gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil//Yetmiş iki millet dahı elin yüzin yumaz değil.”
Demek ki namaz, oruç, zekât, hac vb. dinî ibadetlerin arka planında dürüst bireyler olma, güzel ahlakla ahlaklanma amacı yatmaktadır.
Yenişehirli Avnî’nin (ö. 1883) dediği gibi bütün ibadetlerin gayesi nefsi terbiye etmektir:
“Evniyâ, terbiyet-i nefsin içindir tâat//Yoksa Allâh’a ne tâat ne ibâdet lâzım.”
Eğer yaptığımız ibadetler, daha olgun ve daha ahlaklı insanlar olmamıza vesile olmuyorsa korkarım Allah katında hiçbir karşılığı olmayacaktır.
Hele hele, bir de dinî vecibeler Allah rızası için değil de, mal-mülk, makam-mevki elde etmek için bir araç olarak kullanılıyorsa durum çok daha vahim demektir. Allah korusun sonu şirke kadar gider.
Kısacası; görünüşe bakılırsa son yıllarda dindarlığımız artıyor. Yani başak çok, ama dane var mı bilmiyoruz. Hani, sap kabarır sahibi gubarır derler ya... Bence gubarmakta acele etmemek gerekir. Zira harman savrulup dane samandan ayrıldıktan sonra yüzlerin ağarıp yahut kararması tayin edecektir sonucu...

Yazarın Diğer Yazıları