SEVR’İ BİLMEK LOZAN’I ANLAMAK

SEVR’İ BİLMEK LOZAN’I ANLAMAK
Türkiye doğası gereği zengin emperyalizm ise oburdu

10 Ağustos 1920 tarihinde Fransa’da Paris’in Sevr’es denen yerinde Türkiye’yi parçalamaya, Türk milletinin bağımsızlığını yok ederek köle durumuna düşürmeye yönelik anlaşma itilaf devletleri ve Osmanlı hükümeti tarafından imzalandı. Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bu durumu Nutuk’ta şöyle anlatır:
“Efendiler! Mondros Mütârekesi’nden sonra Türkiye’ye muhasım devletler tarafından dört defa sulh şeraiti teklif edilmiştir. Bunların birincisi Sevr Projesidir. Bu proje hiçbir müzakerenin mahsûlü olmayıp Düvel-i İtilafiye tarafından Yunan Başvekil Mösyö Venizelos’un da iştirakiyle tanzim ve Vahidettin’in hükümeti tarafından 10 Ağustos 1920’de imza edilmiştir. Bu proje TBMM’nce bir zemin-i münakaşa bile addedilmemiştir.” (M.Kemal, Nutuk, s. 453, 454)
Sevr’in imzasından 94 yıl sonra, 10 Ağustos 2014 tarihinde Türkiye Cumhuriyetinin 12. Cumhurbaşkanını seçeceğiz. Bu 10 Ağustos tarihi bir tesadüf müdür bilinmez ama biz yine de 10 Ağustos’un Sevr Anlaşmasının imzalandığı bir tarih olduğunu hatırlatıp yorumu okuyucuya bırakalım ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Türk Hukuk Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Gülnihal Bozkurt tarafından 08-12 Aralık 2003 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen Beşinci Uluslararası Atatürk Kongresi’nde sunulan bildiriyi; Sevr’i, Lozan’ı ve Atatürk’ü anlayabilmek için bir kez daha aktaralım: 
Osmanlı Devleti 1914’de girdiği I. Dünya Savaşı’ndan son derece ağır şartları içeren 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak çıktı. Osmanlı Devleti’ne fiilen son veren bu Antlaşmanın ardından hemen İngiliz, Fransız ve İtalyan işgalleri başladı. Lord Curzon 18 Kasım’da Avam Kamarasında yaptığı konuşmada, “Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve Yahudilerin Türk egemenliğinden kurtarılacağını” söylüyordu. Ermeniler de kurdukları alaylarla Mondros Ateşkes Antlaşması’yla onlara bırakılması düşünülen altı vilayeti ele geçirmek üzere Doğu Anadolu’da baskı ve zulme başladılar. Bu kara günleri Paris Barış Konferansında verilen onaya uygun olarak, Yunan Ordusunun 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkması ve Ege’ye yayılması takip etti. 
Paris Barış görüşmelerinde Şubat başında kurulan “Yunan ve Arnavutluk Meseleleri Komitesi”nde Yunan heyetinin üyesi ve Dörtler Konseyi’nin danışmanı olarak yer alan Harold Nicolson şunları yazmaktadır: 24 Mart: “Aşağı indim ve Amerikan delegesi Mezes’le görüştüm.Küçük Asya konusunda anlaşıyoruz. Ayvalık’tan Selçuk’un kuzeyine kadar bir daire. Bu da bir şeydir”. 28 Mart: “Amerikalı delege Arnold Toynbee ile Türkiye’nin geleceğini konuştuk. Bir Ermeni Devleti için sınırları belirliyoruz.” 13 Mayıs: “Büyük haritamı yemek masasının üzerine yaymamla birlikte herkes başıma toplandı.Ben İtalyanlara Antalya’yı ve Fransa’dan kalan bölgeleri önerdim. Paylaşılacak pasta şimdi daha büyük gözüküyordu. İtalyanlar Ereğli’deki kömür madenlerini de istediler. Bu konuda bilgili olan bir İngiliz delegesi, “ama oradaki kömür çürük, pek işinize yaramaz” dedi. Sonlara doğru, Milletler Cemiyeti’nin Anayasası’nın ” Mandalar “ bölümünü açtık. Maddede, “ilgili halkın istek ve rızası ibaresi” vardı. Çok eğlenceli bulundu bu ibare. Nasıl da güldüler.” 
Bir yabancı yazarın deyimiyle, “Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi. Çünkü Türkiye doğası gereği zengin, emperyalizm ise oburdu”. Mart 1919’da Damat Ferit Paşa Sadrazamlığa getirilmişti. İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Richard Webb, Damat Ferit Paşa’nın Sadarete gelince kendisini ziyaret ederek, “kendisinin ve Padişah Efendisinin ümitlerinin Allah’tan sonra İngiltere’de toplandığını ve bu mesajın İngiliz Hükümetine iletilmesini istediğini” yazmıştır.17 Haziran 1919’da bir Türk heyetinin görüşmelere katılmasına izin verildiğinde, henüz bir barış taslağı hazırlanmamıştı. Heyet başkanı Damat Ferit Paşa, “Tüm kabahatin İttihat ve Terakki Partisinde olduğunu belirterek, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünün korunmasını” isterken, “Ermeni sınırı, Mısır, Kıbrıs meselelerini görüşmeye hazır olduğunu” içeren bir metni Konsey’e sundu. Bu metin için Wilson, “ömrümde bundan daha aptalca bir şey duymadım” derken, L. George “iyi espri” ifadesini kullanarak, “Türklerin siyasî kabiliyetsizliğinin en iyi kanıtı” yorumunu yapıyordu. (Devam edecek)