SEVR’İ BİLMEK LOZAN’I ANLAMAK

SEVR’İ BİLMEK LOZAN’I ANLAMAK
Tarih, bir milletin kanını, hakkını varlığını hiçbir zaman inkâr edemez

Bu arada Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmış, halkı örgütlemeye başlamıştı bile. Mustafa Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ni açış konuşmasında “Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Binaenaleyh böyle bir nikab-ı bâtılın arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak iflasa mahkûmdur. Memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye pek aşikardır ki millî hareketi yanda bırakmak, millî emelleri felce uğratmak ve vatanı işgal gayelerine ulaşmaktır. Bununla beraber her devirde, her ülkede ve her zaman olduğu gibi, bizde de kalbi, asabı zayıf, gayrimüdrik insanlarla beraber, refah ve şahsî menfaatlerini vatan ve milletin zararında arayanlar vardır. .zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mahir olan düşmanlarımız ülkemizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddes gayesi için çırpınan tüm millet azimle bunları mutlaka süpürecektir” derken, L. George, 18 Ağustos 1919’da Avam Kamarası’nda yaptığı bir konuşmada, “İngiltere’nin Türkiye ile olan barış kadar yakından ilgisi olan başka hiçbir konu yoktur. İmparatorluğun geleceği, Türkiye konusunda varılacak çözüme bağlıdır” diyordu.
19 Eylül’de Mustafa Kemal Paşa, Paris’teki Yüksek Konsey’e, Damat Ferit Paşa başkanlığındaki heyetin halkın iradesini temsil etmediğini bildirerek, işgalleri protesto etti.
Osmanlı Hükümeti ve İtilâf Devletleri tarafından “başarısızlığa mahkûm bir isyancı” olarak görülen Mustafa Kemal ve başında bulunduğu Anadolu Hareketi, giderek İstanbul Hükümetinin denetimi elinde tutamadığını İtilâf Devletlerine gösterdi. Damat Ferit Paşa 30 Eylül’de istifa etti. İtilaf Devletleri bu istifayı şöyle yorumladılar: “Ferit son ana kadar bir kuvvet eşliğinde kendisi gitmek ya da bir kuvvet göndermekte çok ısrar etti. Biz mani olduk. Sonuçta seçilmiş hükümet yerine, eylemlerini kontrol edemediğimiz Mustafa Kemal’e yardım ettik. Ama haklıydık. Çünkü Mustafa Kemal üzerine kuvvet yollasaydık, büyük bir olasılıkla o kuvvet Mustafa Kemal’in tarafına geçerdi”. İngilizler olumsuz havayı hissetmeye başlamışlardı. İstanbul’dan giden bir İngiliz raporunda şunlar yazılıdır:
“Müttefiklerin uygun bulduğu herhangi bir barış antlaşmasını, herhangi bir Türk hükümetinin kabul etmek zorunda olduğunu ummak için vakit geçmiştir. Türkiye’yi harap edenlerin Türkiye’nin idam fermanına da imza atmalarını sağlamak. için de geç kalınmıştır. Mütarekenin üzerinden geçen her gün, Türklerin .mütareke koşullarıyla yaşadıkları felâket duygusundan silkinmelerine yaramaktadır”. Londra artık endişelidir. 
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, Anadolu’daki Kongreler ve Kuva-yi Milliye’nin hızla örgütlenip genişlemesi karşısında, Curzon’un Fransız Dışişleri Bakanı Pichon’a 10 Kasım 1919’da söylediği, “Önümüzdeki ilkbahara kadar, karşımızda müttefiklerin empoze etmek isteyeceği türden bir anlaşmayı kabul edecek kimsenin kalmaması büyük bir olasılıktır; hatta o zamana kadar elinde ciddi anlamda kuvvet bulunduran birkaç taraftan biri haline gelecek olan mağlup Türklerin Müttefiklere savaş ilan ederek kendi koşullarını dayatmaları bile beklenebilir. Eğer durum böyle olursa Anadolu’yu nasıl fethedeceğimizi ya da bunu kimin yapacağını bilmiyorum. Düşmanlarımız arasında en zayıf ve perişan durumda olanın zaferi kazanması gibi bir kepazelikle karşılaşabiliriz” sözleri, Anadolu hareketinin geleceğini adeta gördüğünü göstermektedir.  (Devam edecek)