Sihirli kelimeler...

Bazı kelimeler bizi cezbeder, peşinden koşturur. O kelimelere sihirli değnek nazarıyla bakarız. Başımız derde girdi mi o kelimelere bel bağlarız. Hatta o kelimelerin cazibesine kapılarak -tehlikeyi gördüğümüz halde- başımızı kuma sokarız... Neymiş bu sihirli kelimeler derseniz, aklıma ilk gelenleri sıralayayım:  “Yeni, barış, değişim, özgürlük, analar ağlamasın, provokasyon...” 

İsterseniz önce “yeni”yle başlayalım...
Başta Koçi Bey Risalesi (17. asır) olmak üzere padişahlara sunulan bütün ıslahat raporlarında “kanûn-ı kadîm”e dönülmesi tavsiye edilmesine rağmen büyük ıslahatçı III. Selim (1761-1808) kurduğu orduya “nizâm-ı cedit” (yeni nizam) deme ihtiyacı duymuştur. Hatta “Tanzimat Fermanı”nın girişinde “Osmanlı devleti doğuşundan beri şeriata son derece bağlı olduğundan saltanat kuvvetli ve halk refah içinde idi. Fakat 150 yıldan beri birbiri ardından gelen gâileler ve çeşitli sebepler yüzünden şeriata ve kanunlara uyulamadığından eski kuvvet ve zenginlik, güçsüzlük ve fakirliğe dönmüştür.” denilmesine mukabil Tanzimat sonrasında yerden mantar biter gibi “kanûn-ı cedit, Yeni Osmanlılar, hizb-i cedit, edebiyat-ı cedide, yeni lisan, Yeni Mecmua vb. birçok “yeni” çıktı ortaya... “Yeni” macerasında geldiğimiz son durak ise “Yeni Türkiye... 
“Yeni Türkiye”nin genel manzarasına atf-ı nazar etmek ister misiniz? PKK’nın okulları yakıp yıktığı, Kürtçe eğitim yapan okulların açıldığı, eli silahlı teröristlerin yol kesip haraç topladığı, siyasî otoritenin de hiçbir şey olmamış gibi seyrettiği bir Türkiye... Ama ne gam! Türkiye eski Türkiye değil, yeni Türkiye ya, gerisi teferruat sayılır!
“Barış, özgürlük, değişim, analar ağlamasın!..” Ne kadar güzel kelimeler bunlar, cazibesine kapılmamak mümkün mü? Lakin Mehmet Akif’in: “Cemiyyete bir fırka dedik tefrika çıktı//Sapasağlam iken milletin erkânını yıktı” dediği hesap, “barış” dedik savaş çıktı, “değişim” dedik ucûbe çıktı, “özgürlük” dedik anarşi çıktı, “analar ağlamasın” dedik babalar da ağlamaya başladı.
Kanaatimce bu sihirli kelimelerden en sehhârı (büyüleyici) “provokasyon”dur. Adam Türk bayrağını indiriyor, “aman provokasyona gelmeyelim, büyütülecek bir şey yok”  deyip geçiştiriliyor. Okullar boykot ediliyor, İstanbul’un göbeğinde PKK militanları otobüs yakıyor, terör estiriyor, korucular öldürülüyor ve nihâyet ülke adım adım bölünmeye doğru gidiyor, sorumlular ise aynı nakaratı tekrarlayıp duruyorlar: “Provokasyona gelmeyelim, barış süreci zarar görmesin, büyütülecek bir şey yok...” Diyen diyor demesine de halk da inanıyor. Beni asıl kahreden de bu... “Gidişat hiç de hayra alamet değil” demeye kalksanız gazete ve televizyonlardaki arpalık sahipleri basıyor yaygarayı: “Millet böyle istiyor, sizi gidi halk düşmanları sizi...” 
“Arpalık sahipleri” ifadesini bilerek kullandım. Bugünkü kötü gidişatın baş sorumlusu elbette siyasi iktidardır. Lakin en az onlar kadar bürokrasideki -buna üniversiteler de dâhil- arpalık sahibi dalkavuklar da sorumludur. Âh dalkavukluk âh, devleti harap etmede senin gücün neye kâdir değil ki... Koca Ragıp Paşa boşuna söylememiş:  “Müdahaneyle (dalkavukluk) riyadır zamanede dünyayı harap eden”  sözünü.
Kısacası; dilimizdeki bazı kelimeler istismar edilerek önce halkın duyarlılığı köreltiliyor, sonra da siyasiler bir taraftan, menfaat şebekeleri diğer taraftan beyin yıkama operasyonu başlatılıyor. Sonuçta siyasi otoritenin her yaptığı -doğru mu yanlış mı olduğuna bakılmaksızın- alkışlanmaya başlanıyor ki bu durum, gelinen noktanın vahametini göstermesi bakımından yeter de artar bile...
“Ey millet, uyan! Cehline kurban gidiyorsun!”  demekten başka ne gelir elden...

Yazarın Diğer Yazıları