Sil bakalım...

"Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu

ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu

Paşalar: 'Üç', dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkla akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı..."*

***

Atladı.

***

Kütahya, Dumlupınar, Eskişehir, Alaşehir, Denizli, Çal...

Ve nihayet İzmir.

Bir ayağını Ege'ye, diğeri Akdeniz'e demir attı, gölgesi bütün Anadolu yarımadasını kapladı.

Şimdi... Güya... Sözüm ona...

"30 Ağutos'tan" sileceklermiş adını!

Silerlerdi belki; adı yazılı olsaydı;

Ama O'nun adı bu toprağa kazılı!

Taşa, toprağa...

Akla, fikre, kalbe ve zihne...

Destandaki "Ali Onbaşı"nın duyduğu türküye:

"Dörtnala gelip uzak Asya'dan Akdeniz'e

bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benzeyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim..."

Askeri düşmandan az, topu az, tüfeği az milletin, bir elinde bu davetiye, diğerinde kılıcıyla koştuğu barutu tükenmiş cephelerden doğrulan bir devletin temeli onun adı, sonra payandası, sonra kilit taşı, sonra çatısı;

Altında kalmaya cesaretin varsa hadi kazı!

***

Sırtını, kendi karargahında, kendi emrindeki askerlerce rehin alınmış komutanlara dayayarak...

Komutansız bir orduyla girdiği savaştan "süresiz başkomutan" olarak çıkan bir askeri/siyasi dehayı yenebileceğini düşünüyorsan sahiden;

İşte er meydanı!

Akif'te "yazacak takat bırakmayan"ı yazdı;

Sil bakalım  kolay mı?

***

Bozdoğan Türküsü çalıyor fonda;

Memleket... Sevdana yürek gerek...

Bilmem anlaşıldı mı?

***

Günün Sözü

"Türk Neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer Türk Neferinin kaçtığını görmüşseniz, derhal kabul etmelidir ki onun -başında bulunan en büyük kumandan kaçmıştır."

Mustafa Kemal ATATÜRK

***

Haciz...

Haciz memurlarınca sürüklenirken feryat figan haykıran çocuk haklı:

O "mal" değil.

Haczedilemez.

Bu saçma uygulamaya yol açan yasaların değişmesi yetmez; "kafa"yı değiştirmek gerek.

"Pedagog" eşliğinde gidilen bir evde, bir pedagog nasıl olur da o çocuğun o şekilde sürüklenmesine izin verir sorgulamak gerek.

Çocuğun alındığı baba hangi şuursuzlukla kameralara, çocuğunun kendisine annesi hakkında anlattıklarını paylaşır; -şiddet görüyorsa biraz daha görsün diye mi- çocuğu/çocukları her şeyden önce anne-baba arasındaki savaşa "malzeme" olmaktan kurtarmak gerek.

Bütün bunlar için de "sosyal devlet" olabilmek gerek.

Yazarın Diğer Yazıları