Siyasal İslamcılığın çıkmazı

İslam’ı siyasal zeminde yorumlayarak dünyevi bir ideoloji haline getiren zihniyet Türkiye’nin geleceğine yön verecek kritik noktalara yükseldi. Ancak var oluşunu sisteme muhalefet ekseninde tanımlayan siyasal İslamcılık akımı saltanat merkezinin dayanılmaz cazibesi karşısında yörüngesini koruyamadı. Devletleşme aşamasında nefesi kesildi. Oysa önceden eleştirmenin dayanılmaz şehveti öyle baskındı ki, kendi kişisel hatalarını dahi sistemin çarpıklığına bağlayıp sorumluluktan sıyrılabiliyordu.
İslamcılığın ülkemizde geniş dindar kesimlerde karşılığı pek yoktur. Türkiye’de kendisini İslamcı olarak tanımlayan kanaat önderi seviyesinde düşünür sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Günlük yaşamı düzenleyen teorik kaynakları yetersiz kalan İslamcı aydınlar; sosyal, siyasal ve ekonomik konularda eksikliklerini liberal veya sosyalist tezlerle kapamaya çalışıyordu. 21. Yüzyılın İslam dünyasında Mevdudi, Seyyid Kutub, Mutahhari düzeyinde yeni fikir adamları çıkmayınca, bir kısmı da Ali Şeriati gibi varoluşçu İslamcılara yöneliyordu. 80’li ve 90’lı yıllarda, kapitalizmin sömürgeci karakteri ve Marxizm’in dini afyon gören tarihselci bakış açısı dindar gençleri yeri arayışlar içine yöneltti.
Tasavvuf geleneğinden beslenen tarikatlar ve cemaatler ise kendilerini sade bir Müslüman olarak tanımlar. Günümüzde bir nebze tukaka edilse de muhafazakar kesim olarak adlandırılmaktan rahatsızlık duymaz. 12 Eylül öncesinde milliyetçi-muhafazakar şeklinde tanımlanan dindar kesim genelde sağcı partilere tercih ederdi. Erbakan Hoca’nın Milli Görüş tezi siyasi bir model olması nedeniyle önemli oranda İslamcılıktan etkilenmişti. Ancak vadesini doldurduktan sonra Tayyip Erdoğan gibi eski gömleklerini çıkaranlar pragmatik bir İslamcılığa yöneldiler. Hatta İslamcılığı bırakarak laikliği kutsayanlara dahi rastlandı.
“Eski Türkiye”  geleneksel İslami kesimlere karşı ’irtica’fobisiyle sert tedbirler alırken bir yandan da Mısır’ın Ezher ekolünün ve reformist İslamcıların önünü açan yöntemler kullanmıştı. Sonuçta kimi liberal, kimi sosyalist, kimi radikal ve kimi de Humeynici ancak kaba bir faydacılık çerçevesinde buluşan ucube İslamcılık ittifakı ülkeyi bugünlere sürükledi. Bugün devlet kademelerinde önemli makamlara yükselen İslamcılar arasında önemli fikri ayrışmalar var. 2002 ile 2011 arasında ortak hedefler bağlamında bir arada kalabildiler. Kemalist kadroları pasifize ettikten sonra halkın güncel hayatını değiştirmeye giriştiler. Diğer İslami kesimlerle ayrışma bu noktada başladı. Tabandan tavana doğru dindarlaşmayı savunan geleneksel tarikat ve cemaatler, devlet eliyle yürütülecek bir toplum mühendisliğine karşı çıktılar. Onlara göre süreç doğal akışında ilerlemeliydi, baskıyla dindar nesil yetiştirmek gençleri samimi dindarlıktan daha da uzaklaştırırdı.
Şimdilerde adına “Yeni Türkiye” denilen dini soslu eski bürokratik zihniyet, en temel İslami ve insani ilkeleri bir tarafa itti. Saltanatlarına zarar vereceği, takkelerini düşüreceği endişesiyle geleneksel İslami kesimleri alternatif devlet yapılanması oluşturmakla suçluyor. Suçun şahsiliği prensibini hiçe sayıyor ve binlerce masum devlet memurunu sürgüne gönderiyor. Halkın kendilerine açtığı krediyi milleti tam ortadan bölmek için kullanıyor.
Türkiye’nin çevresine kapalı dış politikasını eleştirdiler. Merkez ülke yapacağız diye Türkiye’yi sorunların odağına çektiler. Irak, Suriye ve Mısır’daki İslami hassasiyeti olan kesimleri cesaretlendirdiler ancak başları derde girince yüzüstü bırakıp bölgeden çekildiler. Süper güçlerden yeni dış politikaya darbeyi indirince, “bölgesel güç hırsımız yok, hatamızı anladık, bundan sonra sadece görevimizi yapacağız” dediler. Ancak dışarıdaki hezimetin sorumluluğundan kaçarak faturayı başkalarına ödetmeye kalkıştılar. Terör sorununun çözümünde milli birliği sağlayacak en önemli unsur olan din kardeşliği fırsatını da aleyhimize çevirdiler. Önceden bölgedeki insanlık dışı hatalar sadece devletin güvenlik kurumlarına kesiliyordu. Şimdi sözde dindar kimlikli devletin bütününe mal ediliyor. Dindarlığın sivil karakterine zarar verildiği için maalesef artık dini duygular da birleştiricilik rolünü yerine getiremiyor. 
Son kamuoyu yoklamalarına göre halkın yüzde 80’i yolsuzluk ve rüşvetin yaygın olduğunu düşünüyor. Özetle önceki siyasi akımlar gibi İslamcılık da zirveden aşağıya yuvarlanıyor. İstikballerini kurtarmak için istiklal mücadelesi veriyorlar. Düşmemek için fetvalara sarılıyorlar ama nafile. Nasıl ırkçılık müspet milliyetçiliğe zarar veriyorsa, İslamcılık da samimi dindarlığın kanını emiyor. Üstelik dinin en temel dürüstlük, adalet, ahlak, insanlık gibi kavramlarını da çürütüyor!

Yazarın Diğer Yazıları