Siyaset DEM’e muhtaç mı?
Şöyle ülkenin genel manzarasına bakın lütfen. Siyasi tablo size ne anlatıyor söyler misiniz?
Seviyesi bakımından siyaset.
Toplumsal sorunlara ilgisi bakımından siyaset.
Yerel kalkınmaya öncelik ve sonralık bakımından siyaset.
Demokratik nitelik ve kalite bakımından siyaset.
Seviye ve ahlak bakımından siyaset.
Her bir başlık için birkaç söz söylemeye kalksak yerimiz yetmez. Lakin yine de düşünce paylaşımı bakımından söylememiz gereken şeyler var.
Türkiye’de siyasi sistemin ve seçimlerin en çok tekrar ettiği söylem ve kavram hangisi? Kısaca seçmeni, nasıl ve hangi sözcüklerle yönlendiriyoruz?
PKK ve DEM Parti.
“PKK’dan emir alıyorlar.”
“DEM’leniyorlar.”
Öyle ise seçmen ne yapsın?
DEM’lenmeyene, yani Cumhur İttifakına gitsin.
Böyle propaganda yapanların, düşmanından medet umup, onun varlığı ile seçim başarısı elde etmeye yönelmesi, bir acziyet değil de nedir?
Siyasal sistem, PKK ve DEM olmasa, acaba başarı ya da başarısızlığı hangi manivela ile belirleyecek? Kısaca biricik siyasetimizi hangi kavramlar ayakta tutacak?
Başka bir ifade ile PKK ya da DEM olmasaydı, yüce Türk Milleti’nin iradesi nasıl tecelli edecekti? Hangi propaganda aracını kullanacaktık?
İktidar ve çevresinin propaganda amaçlı da olsa öne çıkardığı düşmanlar, kendilerinin ayakta kalmasını sağlıyorsa, bu durumda, söz konusu düşmanlar, ülke siyasetinin belirleyici unsuru haline gelmiş olmuyor mu?
Oluyor.
Türkiye’de, kitlelerin sandık eğilimini epey zamandır, neredeyse, PKK, DEM ve FETÖ belirliyor. En önemli propaganda aparatı, kitle yönlendirme aracı bunlar.
Hâlbuki seçmenin asıl gerçeği bu aparatlar değil.
Asıl gerçek, emeklinin durumu.
Enflasyon.
Atanamayan öğretmenler.
Çarşı-pazarda alım gücünün düşmesi vb.
Asıl sorun unutulup, yerini, herkesin sorunu olan ve bir anda çözülmesi de mümkün görülmeyen konular alınca, siyasi kalite, toplumsal sorunlara yönelme yerine, sen-ben kavgasına dönüşüyor.
Böylece siyasi seviye yükseleceği yerde düşüyor. Güncel tabirle, kitleselleşeceği yerde kişiselleşiyor. Onun orası, bunun burası konuşulmağa başlıyor. Bu duruma kısaca kasaba siyaseti diyoruz.
Kasaba siyasetinde, esas konudan kimse söz etmez.
Projeler üzerinden konuşulmaz.
Halkın derdi kimsenin umurunda olmaz.
Ülke sorunları geriye itilir.
Siyasi aktörler, toplumsal gerçeği unutur ya da unutturarak, kişisel dedikoduları konuşur.
Siyaset, fikir üreteceği, tartışacağı yerde çekişir. Ağız dalaşına dönüşen seçim kampanyalarının sonunda, asıl kazanan, daima demagoglar olur.
Artık laf salatası (verbalizm) kazanmıştır.
Sadece bu seçimde değil, epey öncekilerden başlayarak, Türk demokrasi ve siyasetinin en büyük ve belki de en başında gelen sorunu, demokratik nitelik, yani seçim adaletidir. Kasaba siyasetinin arka yüzünde bu durumun politik gerçeği var.
Adil seçimlerde, kamuoyu, yani milli irade, kendiliğinden, eşit bilgilenmeyle, serbest tartışma ve propaganda ortamıyla oluşur. Bunun için medyanın yüzde 70’inin iktidarın elinde olmaması gerekir. Seçmen herkesi dinleyebilmeli, herkesi görebilmeli, herkes hakkında doğru bilgiye ulaşmalı ve kararını ülkesi ve kendisi için sağduyu ile verebilmelidir.
Türkiye’de epey zamandır bu ortam yok. Çünkü kamuoyunu oluşturan en önemli algı yönetme merkezi olan medya, aşırı taraflı hale getirilmiştir. Bu durum, “hakemler bizden, haydi adil maç yapalım, hak eden alsın” demeye benziyor.
Sonuç olarak, ülkemizin siyasi ortamı bozuk. Nitelikli değil. Adil hiç değil. Üstelik siyaset, düşman gördükleri sayesinde güç toplamağa çalışıyor.