Sızdırdılar, kızdırdılar!

İmralı tutanakları gazetelerde yer alınca Erdoğan, açtı ağzını yumdu gözünü, “Batsın sizin gazeteciliğiniz” dedi. “Süreci sabote ediyorsunuz, barış düşmanları sizi” diye kükredi, hâlâ da kükrüyor. 
Bu yönüyle Erdoğan’a gerçekten hayranım.
Hem AKP Genel Başkanlığı yapıyor, hem CHP ve MHP’nin genel başkanlığını. O da yetmiyor, bütün gazetecilerin genel yayın yönetmeni de o!
Ayıbını örtmek ve sırrını gizlemek için öyle bir söz söylüyor ki muhalifleri o söze cevap vermek zorunda kalıyor. Tabii nasıl bir cevap olacağını Erdoğan neredeyse “kesin” denilebilecek bir netlikte biliyor. Hatta biz bile biliyoruz. Erdoğan böyle söyledi ya MHP şimdi şöyle diyecek, CHP böyle söyleyecek. Nitekim dediğimiz gibi de oluyor.
Bakınız kaç gündür herkes “kim sızdırdı” onu konuşuyor. Çünkü Erdoğan böyle istedi. Oysa aynı Erdoğan ve AKP’nin bütün sözcüleri daha önce, “Bu süreci şeffaf götüreceğiz” dememişler miydi?
Bir yandan şeffaflık isteyip öte yandan “tutanakları kim sızdırdı” diye yapılan gazeteciliği ve bu gazeteciliğe arka çıkanları barışı sabote etmekle suçlamak mantık işi mi?
Elbette değil. Zaten Erdoğan’ın amacı da bir mantıksızlığı gizlemekten başka bir şey değil.
Çünkü Öcalan, “Ya ben ve KCK’lılar hapisten çıkar ve Anayasadan Türklük maddesi çıkar ve Bağımsız Kürdistan’ın önü açılır, ya da 50 bin kişi ile halk savaşı başlatırım” diyor.
İşte Erdoğan halkın gözünden bunu saklamak, bunun konuşulup tartışılmasını engellemek için hem sızdırıyor, hem kızıyor...  Çünkü bu, açık bir tehdit ve bu tehditte AKP’nin, AKP yönetimindeki Türkiye’nin Öcalan tarafından tam bir rehin alınmışlık hâli var. Dünya tarihinde emsâli görülmemiş bir durum. Bir terör örgütü, tutsun dünyanın en büyük birkaç ordusundan birinin sahibi olan bir devleti rehin alsın...
Hal böyle iken Erdoğan tutuyor, “Siz gazetelere değil benim söylediğime inanın”  diyor. “PKK ile görüşen şerefsizdir, namussuzdur” diyen ve bir müddet sonra, “PKK ile görüşüyoruz” itirafında bulunan bir siyasetçinin elbette ki inanırlılığı kalmamıştır. Üstelik İmralı ile görüşen heyette bulunan bir BDP’li, “Açıklananlar elimizdeki metinlerle uyuşuyor. Zaten biz de bir bölümünü açıklayacaktır” dedi.
Devletin ve Başbakan’ın “olur”u ile Öcalan’ın mektubu Kandil’e doğru yola çıkıyor, bir de bakıyoruz ki TSK’nın hava unsurları aynı Kandil’e, son ayların en büyük saldırısını başlatmış. Beton delici mermiler kullanılmış. TV’ler, gazeteler bu haberlerle doldu taştı.
Söyler misiniz Allah aşkına, insan, hem bir yere postacı gönderir hem gönderdiği postacının gideceği yolu ve yeri bombalar mı? Bombalarsa mektup adrese ulaşır mı? Ulaşmaz. Amma mektup adrese ulaştı... Demek ki başka yerler bombalandı.
Yani yine halkın gazı alınıyor, “Biz hem Öcalan’la görüşüyoruz, hem teröristlere göz açtırmıyoruz” mesajı verilerek, düşünülen rehinelik durumu perdelenmeye çalışılıyor. Lâkin mızrak o kadar büyük ki bir türlü çuvala sığmıyor.
Bir şeyi daha arşivinizde bulunsun diye not düşün, her şeyi izanınıza bırakmak istiyoruz.
Öcalan’ı ziyaret eden heyette bulunanlardan BDP’li Sırrı Süreyya Önder, “Hiç kimse üzerimizi aramadı, isteseydik içeri teyp de sokabilirdik” dedi. Kısa bir süre önce de bir CHP heyeti Silivri’de tutuklu askerleri ziyarete gitti. Onlar her ziyaretçi gibi didik didik arandılar. Sırrı Süreyya Önder de milletvekili, CHP’liler de milletvekili. Öcalan’ı ziyarete gidenler elini kolunu sallayarak içeri giriyor, tutuklu Genelkurmay Başkanı’nı ziyarete giden milletvekilleri içeri silah ve uyuşturucu sokacakmış gibi didik didik aranıyor...
Ve Erdoğan, “Batsın sizin gazeteciliğiniz!” diyerek, “Cambaza bak!” komutu veriyor; başta muhalefet partileri olmak üzere milletçe dediğini yapıyor, cambaza bakıyoruz...

Yazarın Diğer Yazıları