Sonunda olacak galiba!

Geçen hafta Suriye karasularına düşen jetimizin üçüncü bir devlet tarafından yönlendirilebileceğine dair kuşkularımı yazmıştım. ABD’nin 16 yıl önce envanterden düştüğü F-4 tipi jetlerin modernizasyonunu yapan bir devlet bu jetlerin dünya ile bağlantılarını kesebilir ve havada istediği tarafa yönlendirebilir. Niyetim, teknik detaylar içeren konunun fazla deşilmek istenmeyen kısımlarına dikkat çekmekti. Ancak fazla ayrıntı vermek iyi niyetli olsa da muhatabınızın dikkatini dağıtabiliyor.
Uçaklarımızın dost düşman tanıma (IFF) cihazları, radarları, otomatik pilot sistemleri hakkında konuşmak ileri derecede mühendislik bilgisi, araştırma yaptırmak da ayrı bir inisiyatif gerektiriyor. Üstelik komploculukla suçlanma ihtimali söz konusu. Milyonlarca dolarlık bir uçağın beyni sayılan cihazların açılması da pratikte pek mümkün değil. Açtığınızda cihazların bakım ve kullanımıyla ilgili garanti sözleşmesini ihlal etmiş olacaksınız. Yetkili servis dışında müdahale olursa garanti kapsamından çıkan telefonlar gibi düşünün... Böylesi maddi ve siyasi bir sorumluluğu kim üstlenebilir!
Üstelik bu sistemi kuranlar kendileri dışında açıldığı zaman, uçağı uzaktan yönlendirmeye izin veren yazılımın silinmesi yönünde tedbirini de almıştır. Kaldı ki cihaz açıldığı zaman bu konuda bilirkişi olarak görevlendirileceklerin hepsinin daha önce bu sistemi kuran şirketlerin elemanı olacağını unutmamak gerekir. Anlayacağınız bu konular, mühendisi de, pilotu da komutanı da aşıyor. Bilmenin ve öğrenmenin bir bedeli var. Ayrıca “düzeni ben mi değiştireceğim” kolaycılığı da sürüp gitmektedir.
Sonuçta, 1992’de, Amerikan Uçak Gemisi Saratoga’nın Muavenet muhribimizi hedef gözeterek kaptan köşkünden füzeyle iki kez vurması ve 5 bahriyelimizi şehit düşürmesi hadisesini bile araştırabilecek cesarette bir devlet adamıyla henüz tanışamadık. Mavi Marmara’daki kanların izi ise hatıralarımızda tazeliğini koruyor. Vatandaşlarımız öldürülürken bölgeye havada tur atmak için birkaç jet ve açık denizde dolaşması amacıyla birkaç muhrip gönderememiştik!
Ümitlerinizi kırmak istemiyorum. Çok geç de olsa İnsansız Hava Aracı ANKA’dan sonra motoru hariç tamamı Türk mühendisler tarafından üretilen eğitim uçağı Hürkuş projesinin hangardan çıkması güzel bir başlangıçtır. Test uçuşlarının ardından Hürkuş, 12-13 ay içinde üretime hazır hale gelecek.
Hürkuş programına katılanlardan birisi de Milli Mücadele sırasındaki kahramanlıkları sebebiyle İstiklal Madalyası kazanan Vecihi Hürkuş’ın kızı Gönül Hürkuş’tu. Bugün uçağa adı verilen Vecihi Bey, Yunanlılardan ele geçirilen motorlardan yararlanarak Vecihi K VI ile 1925’te ilk uçuşunu yapmıştı. 1930’da bir kereste dükkânında Vecihi XIV uçağını inşa etmiş fakat İktisat Bakanlığı, “Tayyarenin teknik vasıflarını tespit edecek kimse” bulamadığından “Uçabilirlik Sertifikası” vermemişti. Ayrıca izin almadan uçtuğu için önce cezalandırılmış ve uçuştan men edilmişti.
Hürkuş’a çektirilen bürokratik eziyetin tarifi yok. Kurtarmak için Atatürk’ün devreye girmesi de yetmez. THK yetkilileri diplomasının denkliğini kabul etmez, Van’a tayini çıkarılarak istifaya zorlanır. Sonuçta uçaklarıyla reklam broşürleri atacak duruma düşürülür. Öldüğünde borç içindedir. İstiklal Harbi gazisinin maaşına dahi haciz konulmuştur.
Benzer bir akıbeti 1932’de ilk Türk Sivil Havacılık Okulu’nu Hürkuş’la birlikte kuran Nuri Demirağ da yaşamıştı. Soyadı, demiryollarına katkısı sebebiyle Atatürk tarafından verilen Demirağ, ilk yerli paraşütü üreten girişimciydi. Uçaklarının test uçuşunu oğluna yaptıracak kadar gözü karaydı. 1944 yılında ürettiği Nu.D 38 adını taşıyan çift motorlu 6 kişilik yolcu uçağı, dünya havacılığı klasmanında A sınıfına alındı ama Türk Hava Kurumu, sipariş ettiği uçakları satın almayarak Demirağ’ı iflasa sürükledi. Demirağ’ın ideali ille de “Türk tipi uçak” üretmekti.
Yazılım ve donanım konusunun önemini ‘Patent kelepçeleri’ yazımızda anlatmıştık. Savunma Sanayii İcra Kurulu’nun kararlarına rağmen Türkiye, TAI’de üretilen F-16’ların yazılımlarına sahip olamamıştı. F-35 tipi jetlerde bunun telafi edileceğini bekliyorduk ancak bu da gerçekleşmedi. Büyük devletler kendisine ait bilginin paylaşımına, parasını ödeseniz dahi izin vermiyor.
Neyse ki F-16 ürettikten sonra Amerikalılar tarafından boşaltılan TAI, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki uçak fabrikalarının uğradığı akıbetten sanırım kurtuluyor. TUSAŞ tarafından tamamı satın alınarak millileştirilen TAI’de çalışan 140 mühendis ve 70 teknisyenin yaş ortalamasının 30 olması herhalde sizi de heyecanlandırmıştır.
Milli bir savunma sanayi kurulmamasının acılarını dün yaşadık, yarın da cezasını çekmeye devam edeceğiz. Elbette savunma sanayinin bütün cihaz ve donanımlarında millilik gerçekleştirmek neredeyse imkansızdır. Ütopyalar peşinde koşmaya gerek yok. Ancak karşılıklı bağımlılık prensibinin kurulabilmesi için bizim de karşımızdakini kontrol edebilecek kadar bir gücümüz olmalı. 1990’a kadar dışarıya yüzde 80 oranında bağımlı, hatta eğitim kıyafetlerini dahi dış yardım ve hibelerden karşılayan bir ordu nasıl bağımsız olabilirdi? Darbe yapar yapmaz NATO’ya bağlılık seremonisine başlanmasının sebebi de buydu.

Yazarın Diğer Yazıları