Su uyur, paralel avcısı uyumaz!

Hiç unutmam, bir gün oturmuş Başsavcı Bharara'yla birlikte cemaat evinde dünden kalma maklube yiyoruz... Bharara o zamanlar daha çok genç... İkimiz de üniversite birdeyiz... Birden gözleri daldı şakirtin...

"Ne oldu, ne düşünüyorsun?" diye sordum... Gözleri buğulandı, az sonra Los Angeles yöresinden bozlak patlatacak gibi duruyordu... Biraz daha duraksadı ve sonra mahcup bir edayla hedefini açıkladı... Meğer hep aklında NBA takımlarından 'New York Knicks imamı' olmak varmış...

Olamadı garibim... Guard pozisyonunda oynamayı beceremediği için cemaat onu adliyeye yönlendirdi... Tevafuk bu ya, takım imamı olarak dönemediği New York'a, Oregon'daki şark, pardon garp hizmetini bitirdikten sonra döndü ve Başsavcı oldu...

Sürekli anasından yana dertli Küçük Emrah gibi Bharara'nın kadersizliği burada da bitmedi... Türkiye'deki paralel avcıları onu mazisinden yakaladılar... Maklubeye düşkünlüğünün yanı sıra, öğrencilik yıllarında Miami'nin ünlü Collins Caddesi üzerindeki ev ve iş yerlerine gazete ve dergi dağıttığını tespit ettiler... Daha sonra da üniversiteye hazırlanan kızlarını 'ablalar'ın yanına gönderdiğini öğrendiler...

Hoppala paşam Malkara Keşan... Bizimkiler külyutmazlardı tabii... Birlikte parsel parsel başkent yutarlardı ama asla kül yutmazlardı... Oysa mazide ne mutlu günler vardı... Birisi "Sen iste yeter ki, ne istersen vereyim" derdi... Diğeri "Estağfirullah, siz neleri verebileceğinizin envanterini çıkarın, ben isteyeyim" diye nezaket gösterirdi...

Yollarda kalırdı gözlerimiz, sonra ne güzel ağlaşırdık... Türkçe olimpiyatlarından seslenirdik "Çok özledik, vatanın seni bekliyor" diye... Şimdi o Hüzzam şarkıyı Müzeyyen Senar'a söyletmek vardı değil mi: "Ömrümüzün son demi son baharıdır artık / Maziye bir bakıver neler neler bıraktık / Küserek ayrılırsak olur inan ki yazık / Maziye bir bakıver neler neler bıraktık..."

Duble yolları sadece memlekette inşa etmiyorduk ki... Pensilvanya'ya da duble yolumuz vardı... 'Kutsal topraklar'a birimiz gider, birimiz gelirdik... Tosun Paşa'daki Şaban'ın gözlerinden ateş çıkarmayı becerememesi gibi 'küresel efendi' olamadık ama itibarımızı da kimselere yedirmedik...

***

Dün akşam Allah eksikliğini göstermesin 4.5G'yle görüştüm Bharara'yla... Deşifre olmaktan dolayı çok üzgün ve de tedirgin... Belediyelerin kendisine verdiği ucuz arsalara el konulmasından çok korkuyor... Zaten Gezi olaylarındaki parmağını da bizim havuz medyası ortaya çıkardı...

Meğer IŞİD, Musul Büyükelçiliğini işgal ederken, cemaate "Okulları boşaltın" diye haber salan da kendisiymiş... Eski arkadaşım olmasına rağmen kendisine de kızmıyor değilim... Be kardeşim, hadi her şeyi anladık, arkadaşlarınla birlikte, üzeriniz yarı çıplak halde Kabataş'ta o ablamıza neden saldırdınız?

Kışın sabaha karşı refüjdeki muslukları açmak suretiyle yerlere buz tutturup, arabalara kaza yaptırmak, sonra da Melih Gökçek'e yakalanmak neyin nesiydi? Soma'da madeni patlatmak, 6-7 Ekim olaylarında provokasyon yapmak, camiye sarhoş doldurup, ayakkabıyla bastırmak olacak iş miydi?

Şunu bilmeliydi Bharara: Artık Türkiye eski Türkiye değil... Memleketi yönetenler kanmazlar, kandırılmazlar... Kansalar bile bir gün mutlaka uyanırlar... Bu uyku Ashab-ı Kehf uykusuna benzemez, çok hafiftir çok... Aradan asır geçmesine gerek yoktur, en küçük dürtmede ayıkırlar... Örnek isterseniz işte: PKK kandırabildi mi? Yok... Suriye'de kandırıldık mı? Yok... Kobani'de kandırıldık mı? Yok...

***

Bence Bharara her şeyi itiraf etmeli, özeleştiri vermeli ve bizimkilerin himmetine sığınmalı... Artık deşifre oldu çünkü... Namazlarını önce Şam'da, hız alamayınca Moskova'da kılacak 'dantelli irade'nin kafası atarsa yatsı namazı Miami sahilinde kılınabilir...

Keşke eski günler geri gelse ne güzel olur değil mi? Ay ışığında yakamozlar eşliğinde şiirler okusak birbirimize Ümit Yaşar Oğuzcan'dan meselâ: "Sen bana paralel / Ben sana paralel / Paralel paralel / Paralelli / Taralel taralel /Taralelli..."

Şimdilik Başsavcı Bharara'nın durum pek kötü... Bu sıkıntı kolay aşılır mı bilmiyoruz... Makam odalarında ibret için 17.25'li saatleri durduranlar bile 'paralel aşağı paralel yukarı' edebiyatına başladıklarına göre durum gerçekten vahim!.. 

Yazarın Diğer Yazıları