Delegenin kantarında tartılmaktan korkmam

Delegenin kantarında tartılmaktan korkmam
Olağanüstü Kurultay çağrısını tekrarlayan Meral Akşener, hodri meydan diyor: “Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi’ye oy veren ve hâlâ görevi devam eden bu arkadaşlarımızın karşısına çıkalım, bizi tartsınlar. Ben buna razıyım.

Akşener’den Bahçeli’ye: Korkacak bir şey yok

Arslan Tekin röportajı

Bahçeli’nin kongre çağrılarına kulak tıkamasını değerlendiren Meral Akşener hodri meydan dedi: “Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi’ye oy veren ve hâlâ görevi devam eden arkadaşlarımızın karşısına çıkalım. Ben buna razıyım. Hep beraber tartılalım. Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi de dâhil olmak üzere... Neden çekiniyor ki... Delege aynı delege... Onu tasvip eden, onu Genel Başkan seçen delegeler... Korkacak bir şey yok...

Dr. Meral Akşener'in Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel başkanlığına aday olup olmayacağı uzun zamandır merak ediliyordu. Önce tüzük değişikliği gerektiği için olağanüstü kurultay çağrısı yaptı. Bu çağrı dolaydan genel başkanlığa aday olduğunun ilânıdır.

Meral Akşener bir akademisyen… Bir anne ve bir babaanne. Daha yirmi gün kadar önce, tek çocuğundan ilk torununu kucağına aldı.

Dr. Akşener, tarih okudu. Yüksek lisans tezi "Drama Tarihi", doktorası "Kocaeli Şeriyye Sicilleri"dir. Kocaeli ve Yeditepe üniversitelerinde İnkılâp Tarihi dersi verdi.

Meral Akşener, olağanüstü kurultay çağrısı yapıp ertesi günü gazetemizi ziyarete geldi. Yazarlarımızla uzun uzun sohbet etti. Ayrıca kendileriyle röportaj yaptım. Dikkatimi çekti; Meral Akşener hemen hiç MHP demedi, hep Milliyetçi Hareket Partisi dedi. Mülâkatımızda MHP'yi açarak okuyalım!

Meral Akşener Hanım'a merak edilen birçok soruyu sordum.

'Taleplere hayır diyemezdim'

Meral Hanım yola çıktınız. Hayırlı olsun. Nasıl karar verdiniz? Epey düşündüğünüzü anlıyoruz.
- Şimdi şöyle oldu: 1 Kasım'da, Milliyetçi Hareket Partisi 11.9'luk bir sonuçla karşılaşınca tabandan bana da yansıyan bir tepkiyle karşılaştım. Yani biz 2002'de üzgündük. Şimdi 1 Kasım 2015 seçimlerinde dava arkadaşlarımız, ülküdaşlarımız kızgındılar. Bu kızgınlık yılgınlığa dönüşecek bir durum gördüm. Çok yoğun bir şekilde olağanüstü kongre talebini dile getirmem gerektiğini ve sonrasında da bu büyük kongreyi topladıktan sonra da genel başkanlığa aday olmam şeklinde, gerçekten Türkiye'nin her tarafından dava arkadaşlarımdan bir taleple karşılaştım. Çünkü insanlar kendi kendilerine "Hadi bakalım ben bir genel başkan adayı olayım da ne olacak bakalım." diyemezler. Bir şey daha söyledi ülküdaşlarım, kamuoyunda, yani hem MHP'nin seçmeninde, hem de bizim partimizin dışında çeşitli sosyal ve siyasî kesimlerde yer alanlarda bana karşı bir sempatinin, sevginin bulunduğunu, bu sevgi ve sempatiyi Milliyetçi Hareket Partisi saflarına katmamızın doğru olacağın o sebeple de aday olmamı söylediler. Ben de bu taleplere "Evet." dedim.

'Hiç merak etmedim'

Siz 1 Kasım'da aday gösterilmediniz. Bunun sebepleri üzerinde düşündünüz mü? Çünkü, 5 ay önce 7 Haziran seçimlerinde aday gösterilmişsiniz, kısa bir zaman sonra yeniden seçim oluyor ama siz aday gösterilmiyorsunuz? Herkes merak ediyor bunu. Samimî bir dille cevap bekliyorum.

-Samimi söylüyorum, neden aday gösterilmediğimi hiç merak etmedim. Ben de Merkez Yürütme Kurul (MYK) üyeliği yaptım. MYK'de seçimlere gidilirken yapılan toplantıda, MYK'mızın, Sayın Genel Başkan'a bir yetki verdiğini biliyorum ben. Bütün listeleri Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi'nin yapması gerektiği kararını veriyor. Onun uhdesine bırakıyor. Benim de bulunduğum MYK aynı şeyi yapmıştı. Dolayısıyla böyle bir tasarrufun Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi tarafından yapıldığını biliyor idim. Ve o tasarrufa da saygı duyacağımı ifade ettim. Saygı duymaya devam ettim.

Bir de şu var: Genel Başkan'a tam yetki verilse bile Genel Başkan da bütün dengeleri gözeterek karar verecektir. Ezbere karar veremez; çünkü, karşısında halk var ve halktan oy isteyecek.
-Ama böyle bir tasarruf yaptı.

*Yani bir sebebe bağlayamıyorsunuz...
-Hiç merak da etmedim. Etrafımdaki kişilere de böyle soru sormadım. Yalnız 7 Haziran seçimlerinden sonra hatırlayın, birden Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi Hürriyet gazetesinin Ankara temsilciliğini ziyarete gitti. Orada benimle ilgili, Meclis başkanlığıyla ilgili bir soruya "Hep Meral Akşener,  hep Meral Akşener" denildiğini, basın yayın organlarının yazarlarının, sosyal mecralardaki insanların hep Meral Akşener demesinin kendisinde rahatsızlık yarattığını, dolayısıyla eğer bu sevgi ve sempatinin böyle devam ederse üzerimi çizeceğine dair bir cümlesi olduğunu basın yayın organları yazdı. Dolayısıyla bu konuşmanın üzerine merak etmek gerekmiyor.

*Yani isimleri fazla benim önüme çıkarırsanız, biz de onu çizeriz diyor herhâlde...
-Öyle oluyor.

'Çıkacak sonuca saygılıyım'

Siz aday olurken bütün zemini yokladınız, çok kişiyle istişare ettiniz. Şu anlam çıkabilir mi?
Kazanacağıma inanmasam, yola çıkmam.

-Hayır, yok… Seçimlerde öyle bir garantimiz olmaz. Ben sadece çok geniş alanda, çok geniş kesimlerle istişare yaparak bir ortak aklı hayata geçirmeye çalıştım. Bu ortak akıl çerçevesi içinde aday oldum. Ama bunun neticesinde bir sonuç çıkacak. Bu sonucu olağanüstü kurultay delegelerimiz belirleyecek. Sonuçta bu bir seçimdir. Ben kazanacağımıza inanıyorum ama nasıl bir sonuç çakarsa ona saygılı olacağım.

Ama son kurultayda 1150 delege, tamamı -tek aday olduğu için de olabilir- Devlet Bey'e oy verdi. Bir kabul, bir beğenme olmasa, oy vermemek de düşünülebilirdi. Çünkü ne oy verildiğini kimse bilmiyor. Bunların içinde sıyrılabileceğinizi düşünüyor musunuz?
-Güzel tarafı bu. Ben ve benim gibi aday olacak olanlar, 1150 delegenin yani Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi'ye oy veren ve hâlâ görevi devam eden bu arkadaşlarımızın karşısına çıkalım bizi tartsınlar. Ben buna razıyım. Hep beraber tartılalım. Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi de dâhil olmak üzere... Neden çekiniyor ki… Delege aynı delege... Onu tasvip eden, onu genel başkan seçen delegeler...  Onun için korkacak bir şey yok... Birincisi bu... İkincisi; eğer biz 1 Kasım'da 11.9 yerine yüzde 20-25 alsaydık, sizinle bu röportajı yapmıyor olacaktık. Yani 2. bir parametre nedir? Seçim yenilgisidir. Bu seçim yenilgisinin niçin olduğu, neden olduğu sorumluluğu konusunda bu olağanüstü büyük kurultaya ihtiyaç var. Keşke Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi kurultayı toplasaydı ve kardeşlik ruhu içinde, ülküdaşlık hukukunun korunduğu bir kongre, büyük kurultay yapabilseydik. Şimdi mecbur kaldık... Bu bir mecburiyet. Şimdi gidip delegelerimizden noter onaylı olağanüstü çağrısı kurultay talep ediyoruz.

'Nefret dili Türkçe yetersizliğinden'

Nedir peki, kendisine güveni mi yok, yoksa ben her şeye hâkimim mi demek istiyor? En azından bir tartışma kurultayı toplanamaz mı? Biz neden yenildik demeyeyim de, neden oyumuz düştü, tartışması gerekmez mi?
-Onu gerçekten ben bilmiyorum.

Şimdi siz dışarıdasınız. İçeride neden oyların düştüğünün tartışılıp tartışmadığını bilemezsiniz.
-Evet, dışarıdayım. Emir kipiyle dinlenmem söylendi!

Bir nefret dilinden bahsediyorsunuz. Liderlerin nefret dili kullanmaktan kaçınmaları üzerinde ısrarla duruyorsunuz.
-Şimdi bizi yönetenlerde gördüğüm, sonuçta diğer siyasî yapıların da etkilendiği, çok üstten, buyurgan, insanları birbirinin karşısına diken, çok saygısız bir dil kullanılıyor. Ben diyorum ki, saygı dilini kullanacağım. Nefret dili dediğim, meselâ hem Sayın Başbakan'dan, hem Sayın Cumhurbaşkanı'nın başbakanlığı döneminde siyasî parti başkanlarının etnisitesinden tutun, mezhebine kadar çok incitici cümleler kuruldu. Bunların nefret dili olduğunu düşünüyorum. Kimseyi ilgilendirmez insanların etnik aidiyetleri ya da mezhep, dinî inanışları. Bu dilin çok saygısız bir dil olduğu, dolayızsıyla saygı dilinin esas alınması gerektiğine inanıyorum. Rahmetli Başbuğumuzun, rahmetli Erbakan'ın, Rahmetli Demirel'in konuşmalarına yetişmiş bir insanım. Rahmetli Osman Bölükbaşı'ya yetişemedim, ama okudum. Onlardaki o nezaket, kelimelerle dövme hâlini özlüyorum. Onun için de biliyorum ki, bilgi azaldıkça hakaret çoğalıyor.

Türkçeyi de yeteri kadar konuşamıyorlar, diye bir ifadeniz oldu.
-Türkçenin o nezaketli eleştiri hâli, sonradan düşünüp "Bana ne dedi?" o zekâ ürünü eleştiriler gittikçe kayboldu. Seviye çok düştü. Ona işaret etmek istiyorum.

Dışarıdan bakılanı söylüyorum, MHP bir erkek partisi gibi görülüyor. Sert görünüyor, çatık kaşlı görünüyor. Siz de aslında bir kadın olarak tatlı sert bir görüntü veriyorsunuz. Bu handikabı nasıl aşacaksınız? Bu görüntüyü değiştirebilecek misiniz? Değiştirebileceğinize İnanıyor musunuz?
-Siz de gayet iyi bilirsiniz ki, biz 1980 öncesinin insanları olarak birbirimizi kadın, erkek, şu şehirli, şu etnisiteye ait, inanç anlamında söylüyorum, şu mezhepten bu mezhepten diye birbirimizi tanımlamadık.  Biz dava üzerinden tanımladık. Dolayısıyla ben MHP'ye bir haksızlık olduğunu düşünüyorum bu söylemin. Delegelerimiz beni, kadın olduğum için değil, 22 yıldır aktif siyaset yapmış bir politikacı olarak değerlendirecektir. Ona inanıyorum...  Kadın üzerinden, cinsiyet üzerinden MHP delegelerinin değerlendirmeyeceğini biliyorum. Dışarıdan tarif edilen, yani karalamak amaçlı, zayıflatmak amaçlı yaklaşımların kendi arkadaşlarımız tarafından kullanılması yanlış.  Anadolu'da pompalanan bir dil bu... Ama yanlış; çünkü, evet, kadının arkasında namaz kılınmaz; doğrudur.  Ama ben imamlık yapmaya gelmiyorum. Ben Türkiye'ye başbakan olmak için istiyorum.  Onun için bu yola çıktım. Biz Tomris Hatun'u dinleyerek büyüdük. Kağanın arkadaşlarına seslenip: "Ben sizin hanınızım.", sonra yanındaki eşine dönüp  "Bu da benim han'ım" dediği bir coğrafyadan, bir iklimden, söz ikliminden, fikir ikliminden geliyoruz biz.  Dolayısıyla, beni boş verin, en önemlisi, MHP'de aktif görev yapan kadınlar için çok incitici bu.

'İletişim eksikliği var'

Siz dindar bir insansınızın. Hacca da gittiniz. Dinî vecibeleri de yerine getirdiğiniz belli. Din ve siyaset noktasında nasıl bir tavır alacaksınız?

-Şimdi temel şey şu: Türkiye'de dindarlık üzerinden büyük bir istismar yapıldı. MHP, şurada yüzde 30'luk bir alan var, burada yüzde 70'lik bir alan var. Bu yüzde 70'lik seçmen kitlesi, çeşitli partilere bölünüyor, biz de bir kısmının oyunu alıyoruz. Bize yüzde 30'luktan da oy geliyor. Ama bu yüzde 70'in çok büyük oranda MHP'ye oy verebilirliği ölçülüyor. Şimdi MHP tam bu merkezin ortasında bir yerde. Biz birbirimizi daha iyi anlayacağız sizinle. Yüzde 70'in oyunu almak için bu tarafı kötüleyen bir dil var. Bu taraftan da diğer tarafı kötüleyen bir dil kullanılıyor. Moda tabirle iki mahalle birbirinden dehşet ayrılmış durumda. Dün başörtüsü sebebiyle kadınlar korkuyordu, diğer tarafta kadınlar açısından söylüyorum, hayat tarzları değişeceği konusunda bir korkular var.  MHP, bu iki korkuyu da ortadan kaldırabilecek bir siyasî harekettir.  Fikriyle, bugüne kadarki yaptığı çalışmalarla, hani devlet-millet barışması dilebileceğimiz bu konuyu kesinlikle başaracak bir konumdadır. Yüzde 30 tarafından da, yüzde 70 tarafından da oy alacaktır ama yüzde 70'in en çoğunu MHP potansiyeli almaya hazırdır. Bizde benim gördüğüm şu: Genel bir iletişim problemimiz var.

İletişimsizlikle neyi kastediyorsunuz?

-Meselâ ben çok çalışkan bir insanımdır. Yani muhatabım 40 miting yapıyorsa ben bunu 50'ya çıkarmaya çalışırım. Siyasî hayatımda iddialı ve çalışkan bir insanımdır. Diğer taraftan ben yıllarca kendimi taban politikacısı olarak tarifledim. Seçmenle iletişimi öne koyan bir politikacıyım.

Yani Salıdan Salıya konuşacak değilim diyorsunuz!
-Ben çok çalışkanım. Öyle söyleyeyim...

Her yere koşacağım, ihtiyaç duyulan her yerde olacağım, diyorsunuz...
-Meselâ inşallah seçilirsem Hakkâri veya Şırnak'ta da bir düğüne gideceğim.

Çok çalışkanım dediniz, her yere koşturacağım dediniz. Demek ki, adayım deyip de, delegeden sonucu beklemeyeceksiniz. Anadolu'ya çıkacak mısınız?
-Çıkacağım. Arkadaşlarımla da konuşuyoruz. Önce nereden başlayacağız, ne edeceğiz, daha kararlaştırmadık. Çünkü bir ortak akıl ve istişare mekanizmasını da devreye koydum. Kararı arkadaşlarımızla alacağız.

'Rekabet MHP'yi konuşturur'

Yani bir plan içinde yürümek istiyorsunuz…
-Tabiî, tabiî… Ben şu anda delegelerimizi arıyorum. Zaten daha açıklama da yaptık. Dün akşam bir televizyon kanalına gittim. Bugün sizinle beraberim. Böyle hızlı bir sistem içinde çalışıyoruz. Bir de şu var. Sonuç ayrı bir konu, bütün bu çalışmalar MHP'ye bir aktivizm getiriyor, dinamizm getiriyor, umut ortaya koyuyor. Rekabet iyi bir şeydir.

Peki "yukarısının" bu rekabete razı olabileceğini düşünüyor musunuz?
-Şu ana kadar aldığımız sinyaller olmadığına dair bir kanaat uyandırdı.

Neye bağlıyorsunuz aksülamel göstermelerini? Küçük olsun, benim olsun düşüncesi mi?
-Bu konuda ne söyleyeyim ki… Her şey gün gibi ortada. Söylenen sözlerin benim için bir önemi yok. Çünkü biliyorum ki, herkesin çalışması gerekir. Evet biz, büyük kurultay için gayret ediyoruz ama, sonuçta MHP konuşuluyor. Kaç gündür MHP konuşuluyor farkında mısınız... Bu ne kadar güzel bir şey... Ben diğer aday arkadaşlara da başarılar diliyorum. Bakın, önce Sayın Sinan Oğan bir açıklama, MHP konuşuldu. Sonra Sayın Koray Aydın bir açıklama yaptı, MHP konuşuldu. Ben bir açıklama yaptım MHP konuşuluyor... Ne kadar güzel bir şey... Seçim zamanı böyle konuşulmadı MHP. Şimdi Türkiye'de MHP konuşuluyor. Ne kadar hoş bir şey... Bu netice partiye artı değer getiren bir şey.

 

MHP'de kanaat önderlerine önem verirler. Gerçi Genel Merkez ne kadar önem veriyor bilmiyorum. Danışmanları var mı, yok mu, ya da gidip danıştıkları, fikir, sordukları var mı, yok mu bilmiyorum ama bir "büyükler" kitlesinden bahsedebiliriz, bir "aksakallar" kitlesinden bahsedebiliriz. Siz bunlarla görüştünüz mü?
- Ben onlara "ağabeyler takımı" diyorum, kararı açıklamadan evvel birçok ağabeyimin görüşünü aldım. O neslin ağabey konumunda olan büyüklerimizle görüştüm. Hem görüşlerini aldım, hem hayır dualarını aldım.  Yaşım gereği, ben bu yapının en çok çile çekmişlerini yakından tanıyorum. O döneme ilişkin çok, çok ağır hatıralarım var benim... Hatırlarsınız, her şehir kendi mahkûmuyla ilgilendi. Bizim Kocaeli'ne Karabük sanıkları geldi. Onların mahkemelerini ağabeyimle beraber takip ettik. Öyle acı şeyler gözlemledim ki… Bıyıkları kerpetenle yolunmuş arkadaşlar gördüm. Ağızları kan içinde… Ranza telleriyle işkence edilmiş arkadaşları gördüm. O mahkeme kapısı önünde sapsarı olmuş, gözünün feri sönmüş, yaşlı analar, babalar gördüm. Genç gelinler gördüm kucaklarında çocukları, şekerli su içirilen çocuklar gördüm. Dolayısıyla benim en yoğun kaygı duyduğum, vefa duyduğum, her şart altında onların karşısında duruşumu bozmadığım, ak saçlılardan bahsediyorum, daha genç olanları da var, hayatlarını istikballerini verdiler. O arkadaşların görüşleri benim için çok önemli.

Görüştüğünüze göre destek alıyorsunuz herhâlde.
-Şimdi şöyle; arkadaşlarımız herhangi bir şey açıklamadan onlar adına açıklama yapmaya kendimi yetkili görmüyorum. Zaten açıklamalar da yapılıyor. Olağanüstü kurultay talebi pek çok kesimden deklarasyon şeklinde var. Ben ciddî görüşmeler yaptım.

'Biz sosyal adaletçi hareketiz'

Siz bir akademisyensiniz. MHP'yi, kasıtlı çevreler, 12 Eylül öncesine bakarak kavga-dövüş içinde gösterirler ama ta o zamandan beri görünen şu ki, MHP'ye bir akademisyenler topluluğu olarak da bakılabilir. Dolayısıyla bir fikir üreten merkez olarak da düşünülebilir. Geçmişte bu fikir üretmeleri çok sık görüyorduk. Siz şimdi görebiliyor musunuz?
-Şimdi ben Türk milliyetçiliği fikrî hareketinin siyasî organizasyonu olarak da Milliyetçi Hareket Partisi'ni görüyorum. Türk milliyetçiliği bir fikrî hareket, bir felsefî hareket. Çok önemli fikrî önderleri var. Bunlardan birisi Ziya Gökalp ve Cumhuriyet'in kurucu fikrinin sahibi. Dolayısıyla Türk milliyetçilerinin fikriyatı, Cumhuriyet'in kurucu iradesidir bana göre. Ziya Gökalp aynı zamanda ilmî düşünceyi ortayla koyan bir önderimiz bizim. Somut veriler üzerinden çözüm üreten bir insan. O yıllardan, yani 1920'li yıllardan bahsediyoruz. Çok genç kaybettik biz hepsini. Gökalp bir psikiyatr aslında, sonra sosyoloji yapıyor. Sonra Mümtaz Turhan Hoca geliyor. Anadolu'yu dolaşıyor. O da çok genç ölen, o da psikiyatr, o da sosyoloji yapan hocamız. Anadolu'yu dolaşırken görüyor ki, müthiş bir dağınıklık var. Cumhuriyet kurulmuş ama biz kimiz, neyiz konusunda müthiş bir dağınıklık var. Kültürel dağınıklık var. Görüyor bunu ve bir öneri getiriyor. Nedir bu? Tarım kentleri... Büyüklerimiz sadece tespit yapmıyorlar, aynı zamanda çözüm üretiyorlar. Meselâ Batı'yla ilgili müthiş bir tespiti var. Türk aydını ile Batı arasındaki tespiti çok önemli. Türk aydını, meselâ bir kelem (önümdeki kalemi alarak. A. T.) bunu görüyor, hayranlık duyuyor ve toptan Batı'ya hayran oluyor. Ya da bunu görüyor, korkuyor ve toptan Batı'ya itiraz etmeye başlıyor. Hâlbuki bu bir sonuçtur, diyor. Türk aydının bakması gereken, bu sonucu üreten süreçtir. Bunu da sağlayacak olan bilimdir, demokrasidir, diyor. O yıllarda demokrasinin d'si yok dünyada. Sonra geliyoruz Erol Güngör'e. Erol Güngör, o zaman bize sorulan "Türk müsün, Müslüman mısın?" soruları vardı, hatırlarsınız, ona cevap arıyor. İşte o "Türklük bedenimiz, İslâmiyet ruhumuz. Ruhsuz beden ceset olur." formülü gibi, yani İslâmiyetle Türklerin ayrılmaz bir bütün olduğunu ortayla koyuyor. Ve daha önemli bir şey yapıyor. Şimdi Türkiye'nin kalkınmasında problem olduğu dönemler sanayileşmeyi söylüyor. Ve bugün okunduğu vakit hayret edilecek bir şekilde inivasyon, o zaman inivasyon kelime orak da, kavram olarak da yok, Rahmetli Erol Güngör Hoca inivasyondan bahsediyor. Bugün hepimizin hayatında öne geçmiş bir kavram bu. Ondan bahsediyor, verimlilikten bahsediyor. Bir bakıyorsunuz israf üzerine, verimlilik üzerine ekonomik görüşler ortaya koyan bir MHP görüyorsunuz. 1965'te Dokuz Işık ilk defa ortaya çıkıyor, orada "Toplumculuk" maddesine bakıyorsunuz, 1990'lı yıllarda üniversitelerde çalışan hocaların sosyal hak diye bir kavram üzerinde durduğunu görüyorsunuz.  Hâlbuki bizim toplumculuk maddesinde bu sosyal hak, sosyal devlet kavramı fevkalâde güzel ta 1965'te izah edilmiş. Çağın çok önünde görüşleri olan bir fikrî ve siyasî hareketten bahsediyoruz.

'Sokaktan çekilmeye itirazım var'

Topluma bunlar anlatılamadı mı, demek istiyorsunuz?
-Biz bunları anlatmakta problem yaşamışız. Bunun önüne geçmek lâzım. Bunun yolu nedir? Doğru dili kullanmak, seçmenle doğrudan iletişim kurmak, milletimizin ayağına gitmek, milletimizi dinlemek, sorunlarını, taleplerini, ihtiyaçlarını dürüstçe görmek ve Dokuz Işık'ın "İlimcilik" maddesi uyarınca bu bilimsel veriler üzerinden de çözüm üretmek. Yani biz bu ülkeyi yönetebiliriz. Bu ülkenin kurucu iradesiyiz. Sonrasında kalkınması için başka iktidarların faydalandığı pek çok fikrî çözüm önerileri ortaya koymuş bir siyasî hareketiz, ama halka anlatma noktasında önceliğimiz iç bünye olmuş. Birbirimizle meşgul olmaktan gözlerimizi dışarıya çevirememişiz.

MHP ülke için herhâlde bir güvenlik unsuru gibi görülüyor, Milet ihtiyaç duydukça MHP yöneliyor, diyebilir miyiz? 
-Sadece güvenlik meselesi olarak algılanamaz MHP. Tekrarlıyorum: Ekonomik anlamda, devlet dediğimiz o mekanizmanın etkinliği anlamında, nasıl çağın değerleriyle oluşmuş, başka ülkelerin ekonomik yapılarıyla rekabet edebilir hâle getirmek için 1965'lerde ortaya konmuş, gittikçe geliştirilerek devam edilmiş ve devam edilmesi gereken görüşleri var. Ama bize bakıldığı zaman, bir kanaatin oluşturulmasını sağlayan etkenlerden birisi, algı operasyonu diye son zamanlarda moda olan konu olabilir ama, sizin oradaki katkınızdır esas olan. Ben MHP'nin sadece güvenlik açısından tariflenmesine itiraz ediyorum. Ben MHP'nin sadece erkek partisi algısı üzerinden tariflenmesine itiraz ediyorum. Bunlar bizim tariflerimiz değil, başkalarının tarifleri. MHP'nin Sayın Genel Başkanı'nı övmek için sadece Ülkücülerin "sokaktan", bana göre sahadan çekilmesini öven tarife itiraz ediyorum.

Sokak derken neyi anlıyorsunuz?
- Sahayı anlıyorum. Fikir sahasını anlıyorum. Sokakta hukukî, meşru hakların kullanılmasın anlıyorum.

Şimdi MHP'de bu haklar kullanılmıyor mu?
-Şu anda Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi için, bizim dışımızda en övgü dolu söz nedir?  Ülkücüleri sokaktan çekti. Buna itiraz ediyorum.

Sokak nedir ki, Ülkücüler çekilmiş oluyor? Söylenmek istenen kavga-dövüş mü?
- O söylenmek isteniyor. Eğer 1980 öncesinde Ülkücüler olmasaydı, Rusya sıcak denizlere inecekti. Rusya'nın çöküşünü sağlayan Ülkücülerdir. Orada bir hak mücadelesi var. Bir devlet mücadelesi var. Bir varlık mücadelesi var. Bugüne geldiğiniz zaman bugün bir siyasî yapı var sizi yöneten. Her şeyi istismar ediyor. Peki, bu istismarını nasıl vatandaşla paylaşacaksınız. Miting gibi, açık hava toplantıları gibi, meşru ve hukukî olmak kaydıyla demokratik haklarını kullanacaksınız ki, bunlar haber olabilsin. Televizyon ve gazete gibi, sosyal medya gibi çeşitli medya mecralarını kullanacaksınız ki, bilgilendirebileceksiniz. Hem bilgi çağı diyorsunuz, hem neredeyse dijital teknolojinin hayatımızın her alanını kapladığı bir anda susup oturarak, bir iki miting yaparak halka neyi anlatacaksınız! Ondan bahsediyorum.

'Yetki ondaysa sorumlu da odur'

MHP'yi yönetenler çok az mı konuştu, derdini anlatamadı? Tek kişiye mi indirgendi?
-Şunu söylüyorum... Devlet Bahçeli Beyefendi, televizyon programlarında net bir şekilde, ben şöyle istedim, ben böyle istedim, diyerek konuşmalar şaptı.  Ezcümle bunun anlamı şudur: Yetki bendedir. Yetkinin sorumluluğu da vardır. Benim söylediğim şu: Yapısal eksikliklerimizi paylaşırken, bu arada da 1 Kasım 2015 seçimlerinin 11.9'uyla ilgili olarak da bir sorumluluğun alınması gerektiğine inanıyorum.

Sorumluluk Genel Başkan'da mı demek istiyorsunuz?
-Elbette. Bütün yetki onda. İkrar etti zaten. Söylemeye çalıştığım şey şudur: Bu olağanüstü kongreyi keşke Sayın Genel Başkan, Sayın Devlet Bahçeli Beyefendi "Buyurun gelin." diye toplasaydı. Ama benim, demin sorunuz için söylediğim şu: Bir kütüphane kitap okumuş insanların bulunduğu bir siyasî hareket, sadece ve sadece sokaktan çekilmiş ülkücüler üzerinden tariflenirse çok incinirim. Televizyonlara sadece seçim zamanlarında çıkabildim ben. Her seçim zamanında da buna itiraz etmişimdir. Bunun MHP'ye, Ülkücü Hareket'e bir haksızlık olduğu için. Buna dahi cevap verilmemesini de itiraz edilir buluyorum.

'Kadro partisi olmalıyız'

Siz artık MHP genel başkanlığına adaysınız. Siz bir lider partisi olarak mı yürümek istersiniz, kadro partisi olarak mı?
-Kadro partisi olarak yürümek isterim. Dünyadaki bütün örneklerine bakın, çok itiraz ettiğimiz, söylemini, davranışlarını beğenmediğimiz, dilini beğenmediğimiz Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticilerinin en dikkate değer vasıfları mutlaka seçmenin taleplerine kulak vermeleridir. Bu ancak ortak akıl ve kadro ile olur.

Yani şunu mu demek istiyorsunuz: Ben hataları görüyorum ve hatalarının cevabını da kafamda oluşturdum.
-Evet. Ama demokrasiyi işletmezseniz, yatay hiyerarşiyi koymazsanız, yerelden gelen bilgilerin sağlıklı bir akış içine geçmesini sağlamazsanız, yani teşkilâtların görüşlerini milletvekili listelerine aktarmazsanız, ön seçimi devreyle koymazsanız...

Siz milletvekilliği seçimlerinde ön seçimi şart koşuyorsunuz...
-Tabiî. Otoritenin, bir siyasi partide liderliğin görevi eşit rekabet şartlarını hazırlamaktır. İnsanları eşit rekabet şartları içinde yarıştırmayı öne koymazsan başarılı olamazsın. Bakın şu anda biz bir yarışma içine girdik. Tekrarlıyorum: İki haftadır MHP konuşuluyor. MHP herkesin dilinde. Ne kadar güzel bir şey. Bunu söylemeye çalışıyorum.

'Hiçbir cemaat ve tarikatla ilişkim yok!'
(Biz Meral Akşener Hanım'la mülâkattayken, MHP Genel Başkanı TBMM'de MHP grubunda Salı konuşmasını yapıyordu. Yazı işlerinden konuşma metninin çıktısını getirdiler. Meral Hanım okudu.)

Konuyu bilmiyorum. Okuduklarınız üzerine söyleyecekleriniz var mı? Ne yazıyor kâğıtta?
- Genel Başkan, "Gülen Hareketi'nin MHP'de görevlendirme girişimidir. Herkes aklını başına toplasın." demiş.

Evet, bu sık sık tekrarlanıyor. Bu ne demek? Nedir maksat?
-Ben çok net bir şey söylemek istiyorum. Türkiye'de dinî gruplarla, yani tarikat, cemaat ve saire gibi herhangi bir grupla en küçük bir mensubiyet bağım bugüne kadar olmamıştır. Şayet olsaydı büyük bir açıklıkla bunu söylerdim. Kesinlikle yoktur.

Pensilvanya'ya gittiniz mi?
-1995'te Sayın Tansu Çiller başbakanken, tek bir kere, bir uçak dolusu insanla Amerika'ya gittim. Beş gün kaldım ve geri döndüm. Ben Çiller'in danışmanıydım; öyle gittik. Bunun dışında ne Amerika'ya, ne Pensilvanya'ya, ne Washington'a, ne New York'a, ne başka yere gittim. Tekrarlıyorum: Hiçbir dinî, tarikat, cemaat veya başka gruplarla bugüne kadar en küçücük bir mensubiyet ilişkim yoktur. Olmamıştır. Bunu Sayın Bahçeli çok yakından bilir. Eğer kastettiği bensem çok yadırgadığımı ifade etmek ister