"Süper liderler" Suriye'yi Atatürk'ten öğrenmeli!

Gelmiş geçmiş bütün olaylara hatta günümüzde yaşanan gerçeklere rağmen, özellikle süper liderler Suriye'de söz sahibi olma arzusundan bir türlü vazgeçmiyor.

Her ne kadar, ABD lideri Trump'tan "Suriye'den çok yakında çekileceğiz" sürpriz çıkışı olmuşsa bile aynı gün Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un Menbiç "iştahı" kendini hemen gösteriyor.

Aslında, ABD, Fransa gibi, başlarında; Rusya, İsrail, İran, Almanya ve İngiltere dahil ülkelerin iştahı Suriye karşısında daima kabarıyor.

Daha önceleri de belirttiğimiz gibi, Suriye ve dolaylarında bulunması muhtemel petrol, gaz ve su bölgeye "hayat" verecek nitelik taşıyor.

Özellikle, İsrail bütün stratejisini Suriye'de elde edeceği değerler üzerinde kuruyor.

Tabii ki, bu tür devletlerin gözü Suriye'de olunca, bölgenin güvenliği daima tartışma ve hesaplaşma konusu oluyor.

Zaten, çoğu ülkeler, terörist örgütler vasıtasıyla bu hükümranlıklarını sürdürmeye uğraşıyor.

Böylece Orta Doğu'da "istikrar" bir türlü sağlanamıyor.

Gerçekten de, Trump'un son "cilvesi" bir yana bırakılırsa ABD, Rusya, Fransa, Almanya, İngiltere, İran, İsrail, Suudi Arabistan hatta "mecburiyet" karşısında Türkiye'nin, Suriye üzerinde özel istekleri zaman zaman gündemi zorluyor.

Oysa, Suriye ve topraklarının yıllardan beri hiçbir zaman barış ve huzuru sağlamadığı veya vaat etmediği biliniyor.

Her şeyden önce, Atatürk'ün, Suriye'nin "birleşme" teklifini ret ettiğini de hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.

Çünkü, Suriye ve dolaylarındaki toprakların, Orta Doğu'nun baş belası olacağını tahmin edenlerin başında Atatürk geliyor.

24 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin birinci ilk gizli celsesinde, Suriye Kralı Faysal hakkında bilgi veren Atatürk, İngilizlerin Suriye'yi Fransızlara terk ettikten sonra, onu Irak'a taşıdıklarını ve 22 ay sonra Arap devletinin parçalandığını vurguluyor ve tarihi sözlerine şöyle devam ediyor:

"Kral Faysal, (biz yanlış yaptık siz ise bir millî mücadele veriyorsunuz bu hatamızı giderelim, bizi millî mücadelenize alın biz de gerçek istikrara kavuşalım) şeklinde mektup yazıyor."

Atatürk'ün verdiği cevap ise her şeyi açık anlatıyor.

"Hayır biz bir millî mücadele veriyoruz yeknesak bir devlet kuracağız siz de Arap milliyeti içinde mücadelenizi verecek şekilde örgütlenin ve ondan sonra süpranasyonal milliyet üstü bir devlet olabilir, bir federasyon veya konfederasyon halinde bir araya gelebiliriz."

İşte Türk dış politikasının kuruluşunda Atatürk'ün gösterdiği hedef buydu.

Şimdi çoğu insanın aklına bir çırpıda şu ayrıntılar takılıyor.

"Biz gelecekte, bu bölgede barış içinde mi yaşayacağız yoksa (bölge devletlerinin) aralarındaki ihtilaflardan yararlanarak varlığımızı mı muhafaza edeceğiz?"

Amerika, Geliştirilmiş Orta Doğu Projesi'yle bir barış vaat ederek bölgeye müdahale ediyor.

Nitekim, teklif edilen Arap topraklarından vazgeçilip sadece bir Türk bölgesi olan Hatay üzerinde durulması akıllılığı ve kararlılığı ispatlıyor.

"Yurtta sulh cihanda sulh"

Hatırlanırsa; büyük önderin dış politikadaki ilkeleri ise "gerçekçilik" ile başlıyor, "hukuka bağlılık"la devam ediyor ve "yurtta sulh cihanda sulh" ile bitiyor.

Unutulmamalıdır ki Atatürk, gerek "Millî Mücadele Dönemi"nde, gerek sonraki yıllarda, ortaya çıkan her sorunu, ilk etapta barışçı yollarla çözmeye çalışmış, nadir liderler arasında yer alıyor.

Alev alev yanan bir Orta Doğu'da, bocalayan, ne yaptığını bilmeyen, en önemlisi "yalnız" bırakılan bir Türkiye'nin hatta dünyanın ve özellikle süper liderlerin gerçekten de, Atatürk'e daha doğrusu ilkelerine ihtiyacı bulunuyor.

Görülüyor ki tarih, hem de Türkiye'ye büyük zararlar verebilecek şekilde kendini usul usul gösteriyor.

Yazarın Diğer Yazıları